Git gide kötüleşiyordu. Akşamları bir barda, gündüzleri de sokakta çalıp söylüyordu. Çoğunlukla aynı şeyleri söylerdi. Repertuvarını popüler müziklerle geliştirmeyi ihmal etmezdi ama söylediği şarkıların pek değişmediğini bu aralar daha fazla hisseder ve bundan fazlasıyla rahatsız olduğunu düşünür olmuştu. Artık bu işten zevk almıyordu. Oysa müzik bebekliğinden beri onun için çok önemliydi. Ne olmuştu?
Farklı müzikler dinlemeye başladı. Artık gündüzleri daha fazla evde ya da sokakta kalıp alışmıyor, sadece müzik dinliyordu. Her türden müziği denese de onu bariz şekilde mutlu eden bir müzik bulamamıştı. Yine rutinine döndü. Bu kez çok daha mutsuzdu. O kadar mutsuzdu ki, en çok sevdiği şey olan akordeonunun sesi bile artık ona sıradan geliyordu. Merak ediyordu, asıl istediği şey neydi? Elbette müzikle ilgili bir şey olmalıydı ama ne olabilirdi?
Kendi besteleri de vardı ama bunu da istemediğini biliyordu. Yeni sesler, yeni melodiler duymak istiyordu. Kendi yaptıkları da kısırlaşmıştı çünkü kendisi kısırdı. Yani o böyle hissediyordu.
Limanını değiştirememiş bir hinterlant gibi hissediyordu. Hareketsiz bırakılmış ve ona verilenlere bağımlı.
Peki ama böyle hissetmemek için ne yapabilirdi? En azından biraz uzaklaşıp işini değiştirebilir miydi? Belki özel ders falan verebilirdi. Mesela konservatuvara hazırlık dersleri. Daha düşünürken vazgeçti. En kolayını yapacaktı. Her şeyini satıp savacak, akordeonunu alıp yollara çıkacak, yemeğini onunla kazanacaktı. Böylece hep aynı yerlerde, aynı şarkıları söylememiş olacaktı. Şarkılar değişmese bile mekanlar değişecekti. Hem belki böylece ne aradığını bulurdu.
Bu kararı verdikten sonra mutlu olmaya başlamıştı. Belki de aradığı şey sadece mekan değiştirmekti.
Aradığını ölene kadar bulamasa da başka bir şey bulmuş, onunla yaşamayı öğrenmişti.