Yay olmazsa keman, keman olmazsa yay müzik yapmaz.
Garip bir kadının çaldığı keman sesiyle açmıştı gözünü dünyaya. Annesi huzursuz olmasın diye çalıyordu kemanı kadın. O ise, ayaklandığında yalpalaya yalpalaya, annesinin memesine değil de kemana doğru yürümüştü. O harikulade sesin karnını doyurmak, canına can katmak için olduğunu sanmış olmalıydı.
Bunu anlayan kadın, hayatının her anında keman çalmıştı ona. Kadının kendisi farklı mıydı sanki? o da kemanla açmıştı gözünü dünyaya ve o da kemana doğru koşardı koşabilseydi tay gibi.
İlginçtir, sanki kuyruk tellerinde müziği işlemişti. Onun kuyruk tüylerinden yapılan yaylar bambaşka bir ses veriyordu kemana. Belki inanması güç ama; reçine bile istemiyordu. Hatta reçinelenmeyince daha iyi ses çıkıyordu. İnsanlar kadından kaynaklandığını sanıyordu bu büyünün. Oysa kadın biliyordu.
Kişnemesi bile melodikti. Kemanı andırıyordu sesinin tınısı. Hiçbir at tepki vermiyordu kişnemesine. Adeta, yavaş yavaş kemanlaşıyordu at.
Kadın yaşlanmış, at yaşlanmıştı. At hayatının son demlerindeydi. Öldü ölecekti. Erken yaşlanmıştı nedense.
Kadın hâlâ kemanını çalıyordu. Yaşlanmıştı; ama elleri yirmi beşini sürmekteydi.
O gün, at keman çalan kadının önüne boylu boyunca yattı. Uyurken bile ayakta olan bir canlının yatması, ölmek üzere olmasına delaletti. Kadın biliyordu bunu. Kadının gözlerine baktı, kemana baktı, kendi işe yaramaz gövdesine baktı.
Kadın anladı…
At öldü…
Kadın atı gömmedi. Uğraşıp didindi ve gövdesinden bir keman yaptı. Tıpkı atın ölmeden önce istediği gibi.
O kemandan dökülen ses, hiçbir sese benzemedi.