Kırk küsur yaşındayım. Neden “küsur” diyorum? Doğduğum zaman belli değil çünkü. Bu zamanda hem de. Ülkenin ıssız bir yerinde doğunca, çok kardeşin olunca, ailen de yoksul olunca böyle oluyor işte bu zamanda bile.
İstanbul’a geldiğimde palyaço olarak iş bulabildim saçma sapan bir yerde. Büyüttüm işi sonra. Eh, yoksul olunca, benim gibi çoğu zaman ailende bile adamdan sayılmayınca hırslı ya da sünepe olursun. Ben hırslıydım ve… Bir şirket kurdum.
Palyaço olmak isteyenleri eğiten, profesyonel bir palyaçoluk şirketi…
Şirketin adını da:
“Korna” koydum.
Büyük şehirde tanışmıştım korna sesiyle. Sonra burnuma taktığım bisiklet kornası sesi çıkaran o tuhaf aparatla devam ettim bu tuhaf ilişkiye. “Tuhaf” diyorum; çünkü ben gürültüden nefret ederim. Kafam kaldırmıyor. O burnuma yerleştirdiğim şeyi çok nadir kullanırım ama her nedense, belki de kendimce korna sesiyle barışabilmek için yaptım bunu. Barışmayıp da ne yapacaksın… Büyük şehir böyle bir şey. Gecenin yarısında tuhaf tuhaf öten martılarıyla, kornalarıyla, egzoz dumanıyla, tatsız tuzsuz yiyecekleriyle…
Epey zenginleşmiştim bu iş sayesinde.
Sonra yakın bir dostum sayesinde milletvekili adaylığımı koydum. Gerek içimden gerekse sesli sesli attığım kahkahalar eşliğinde tabii…
Kim bir palyaçonun onu temsil etmesini isterdi ki? Meclis ciddi işti…
Ne var ki, etrafımda sevilirdim. Dost meclislerinde, mahallemde, gittiğim yerlerde… severlerdi beni; zira lafı gediğine oturtmasını iyi bilirdim. Kimsenin rahatsız olmayacağı, kimseyi kimseye rezil etmeyecek bir şekilde yapardım bunu. Yine de muhatabımı, eğer belli bir yere kadar duyarlıysa, bakış açım konusunda düşündürmesini bilirdim. O bunu anlamıyorsa da etraf anlardı ve laf yerini bulmasa bile bir yerlere giderdi bir şekilde.
Bir şekilde, seçildim ve ülke halkı tarafından da sevildim. Sonra ülkenin liderliği…
Aynı arkadaşım yine zorladı beni… Ülke liderliğine aday olmalıydım. Halk beni sevmişti. Meclisteki karşıt görüşte olduklarım bile… Ben ayağa kalktığımda protesto etmemeyi yavaş yavaş öğrenmişlerdi.
Onu da kazandım.
Şimdi, büyük bir yerde otursam da; bu yazıyı kilerde yazıyorum. Kilerlerden birinde…
Düşünüyorum… Ciddiye alınan birisi olmanın, bu meslekle ciddiye alınan birisi olmanın ne kadar tuhaf olduğunu…
İnsanlar bir sürü şey soruyorlar bana. Bir sürü yerde, kendime özgü bir sürü konuşma yapıyorum. Kimse yazmıyor konuşmalarımı hem de… Ben bile…
Bir sürü danışmanım var… Hepsini dinliyor, hiçbirisini uygulamıyorum. Onları etrafımda tutup; danışacağım zaman başka kaynaklardan yararlanıyorum gizlice.
Yerine göre işte.
Her şeye, tüm yaptıklarıma rağmen, insanların beni seçmelerinin en önemli nedeni mizahımdan korkmaları.
İnsanları kaşıdığı, mizahım tarafından bereleneceklerini düşündükleri için, mizahımca yaralanmamak için seçmişlerdi beni. Bana karşı, yani mizahıma karşı verilecek bir karşılıkları yoktu çünkü.
Bu arada… Başa geldiğimde yaptığım ilk iş, korna çalmayı yasaklamak olmuştu. Şirketimi bile devretmiştim. Gerçi bana duydukları saygıdan, adı hala Korna kalmıştı şirketin.