Bir varmış bir yokmuş…
Ormanın birinde, sümüklü bir sırtlan yaşarmış. Ne yapmış yapmış, ormanın kralı oluvermiş. O kral olduktan sonra orman sakinleri bir de bakmışlar, yavaş yavaş tüylerinden olup hafiften hafiften kel kalıyorlar. Bazı ak sakallı hayvanlar maden olan yerde ot bitmediğini söyleyerek teselli ediyorlarmış bizimkileri; ama bu gidişe bir dur denemiyormuş bir türlü. Ne yaparlarsa yapsınlar git gide kelleşiyorlarmış zavallı hayvancıklar.
Oysa Sümüklü Sırtlan’ın mübarek tüyleri gürleştikçe gürleşiyor, gövdesi gürbüzleştikçe gürbüzleşiyormuş.
Yıllar, yıllar geçmiş. Bir gün, ansızın bazı hayvanlarda ölümcül çıbanlar da çıkmaya başlamış vücutlarının muhtelif yerlerinde. Bu çıbanlar o kadar çok can almış ki, en son, Sümüklü Sırtlan bir duyuru yayınlamış. Hem davullar vurduruyor, hem de; her kim ki tüylerinden yolup Sırtlan Han’a getirirlerse bu çıban sorunundan kurtulacağını çığırtıyormuş etrafta.
Ne yapsın çaresiz hayvanlar, veriyorlarmış tüylerini.
Gün olmuş, tüm hayvanlar kel kalmış. Gelin görün ki, hayvanlar hâlâ çıban çıkartmaya devam ediyorlarmış.
Bir gün, bizim Sümüklü Sırtlan, hayvanlardan aldığı tüm tüyleri takmış takıştırmış, kendine bir iyice yapıştırmış ve meydana çıkmış.
Tüm hayvanların taklitlerini yapmaya başlamış.
Bunu görüp şaşıran hayvanlar halsizlik ve çaresizlikten gülmeye başlamışlar. Sadece gülebiliyorlarmış bu hâle çünkü.
Bundan böyle, bizim Sümüklü Sırtlan, olmuş Soytarı Sırtlan…
Kimse bu hayvancağıza kızamıyormuş. Sadece gülebiliyorlarmış. Aslında güldükleri kendileriymiş. O sırtlan sadece soytarı imiş. Onun takıp takıştırdığı, bir iyice yapıştırdığı tüyler kendilerininkiymiş.
Onlar ermişler muratlarına, Soytarı çıkmış kerevetine.