18.04.2024

Yazıyorum… Yazıyorum… Ellerim ağrıyor! Ellerim ağrıyor ve parmağımdaki eklemler çatırdıyor! Belim doğrulamıyor artık! Midem bulanıyor mürekkep kokusundan. Ekrandaki mürekkebin kokusunu hayal ediyorum ve midem bulanıyor. Ekranda mürekkep olmadığını bilsem de hayal ediyorum işte. İğrenç bir koku geliyor burun deliklerime ve midem bulanıyor. Bu gereksiz bulantı kuvvetsizliğimden kuvvet götürüyor; ama ben ara vermeksizin yazıyorum. Ne yazdığımın önemi yok. Ateş çukurundaki ateşi söndürmenin günah olduğunu bilen/belirleyen ilkel toplumlar gibi düşünüyorum ben de. Yazmayı bırakmak günah! Bırakırsam ölürüm! Ruhum azap çeker! Bedenim ve zihnim çekeceğim azabı düşündükçe titriyor ve ben titreyerek de olsa yazıyorum… Klavyenin sesi bir ilahiymişçesine kulaklarımda. Afrika tamtamlarıymışçasına, kilise çanlarıymışçasına… …

Okumaya Devam Et

22.10.2023

Atımın üzerindeyim. Sert yelesine yapışmamak için kendimi zor tutsam da dimdik duruyorum. Önümdekiler tırıs gittiğinden o da öyle yapıyor. Oysa bu yaramı azdırıyor. Kim bilir kaç milim açılıyor her sarsıntıda… At ne yapsın, ona kızmıyorum. Oysa bacaklarımın altındaki gövdesinden hissettiği suçluluğu anlıyorum. Ona sempati gösterecek durumda olabilseydim keşke. Belki de öyleyimdir, bunu düşündüğüme göre… Halbuki suçluluk hissetmemesi gereken biri varsa o da kendisi, bunu bildiğine emin olmak için elimi uzatıp boynuna dokunacak ya da onu yatıştırmak için sesime kullanmak için hâlim olabilse keşke. Galiba ölüyorum. Ölmeden önce atımın konforunu düşünmekten daha iyi bir şey bulamıyorum. Bu önemli…

Okumaya Devam Et

23.06.2023

Yeni bir hayata başlamanın heyecanını kendi ayaklarının yere aceleyle vuruşunda hissediyordu. Yumuşacık tüylü bir taya benziyordu. Henüz nallanmamış ve elbette yuların ne olduğunu bilmeyen bir taya… Oysa o yuların, dizginin, hatta kırbacın ne olduğunu çok iyi biliyordu. Yok, emin olun öylesine söylemiyorum. Gerçekten biliyordu. Sahipleri ona üçünü de somut olarak tattırmışlardı. Sahiplerinin çocuklarının deneysel projesiydi çünkü. Eh, bunda şaşacak bir şey yoktu. O yontulmamış canavarların başlarında onları yontan bıçaklar yoktu ki. O bıçaklar da yontulmamıştı çünkü. Yontulmayınca da onu kırıyorlardı böyle işte. Onun bir bıçak olacağı yoktu. Bıçak olmak için değil de o bıçaklar tarafından kesilmek, işlenmek için yaratılmıştı. Biliyordu …

Okumaya Devam Et

23.05.2023

“Bu kez ne oldu?” “Bilmiyor musun? Anımsamıyor musun?” “Ne oldu?” “Seni çağırıyorlar.” “Kimler?” “Of, sırtıma bin de gidelim işte.” Birilerinin beni çağırmalarından hoşlanmıyordum. Hem de tam uykumun derinlerine demir atmak için kolumu kaldırmışken. Boynuma baktım, yoktu. Tabii ki olmayacaktı. Boynumdan çıkmış, kanlı canlı bir at olmuştu. Bir tek boynuzu ve kanatları olan, mitolojilerdeki atların melezi olan bir at. Onu yıllar önce bir pasajdaki bir gümüşçüden almıştım. Alelade bir yerdi işte. Sonra yıllarca hiçbir şey olmadı. Ta ki böyle bir davete kadar. O zaman da böyle ete kemiğe bürünmüştü. Boynuzuyla bana dokunana kadar anlamamıştım bile. Kahve içerek şu an hatırlamadığım şeyler …

Okumaya Devam Et

22.07.2020

Bir perdeciydi; ama dükkânındaki tüm perdeleri kendi yapıp satardı. Zaten ufacık bir yerdi burası. Genelde ucuz işler yapardı çünkü yoksul bir halkı vardı bulunduğu çevrenin. Yine de elinden geldiğince kaliteli yapardı her şeyi. Korniş, kumaş, tasarım… yaptığı işin teker teker her bir aşaması kaliteliydi. O gün, varlıklı bir adam çalmıştı kapısını. “Hiçbir şeyi görmemiş, evin dışına hiç çıkmamış, doğru düzgün televizyon bile izlememiş bir oğlan için bir odayı kaplayacak, resimlerle dolu bir perde yap bana,” demişti yarı buyurgan, yarı yalvarır bir tavırla. O da başlamıştı. En tepeye bir güneş kondurmuştu önce. Sonra her şeyden birer tane yapmak üzere, değişik çiçekler, …

Okumaya Devam Et

07.05.2020

At dışkısının kokusunu yasemin çiçeği kokusuna benzetirdim çocukluğumdan beri… Doğruymuş. Bir molekülün oranı fark ediyormuş. Oran az olunca yasemin, çok olunca da dışkı olarak algılıyormuş burun. Molekülün adı da yazıyordu bir yerlerde de; kimin umurunda? Bugün yürürken çok iyi yetiştirilmiş bir yasemine rastladım. Bir bahçe duvarına sarılmıştı. Sanki yalnız, bağımsız, başına buyruk bir at geçmişti oradan. Bitki semirmiş, bir sürü çiçekle dolmuştu dalları. O molekülden fazlasıyla salgılamıştı çiçeklerin her biri. Çürümemişlerdi ama olgunlaşıp güçlenmişlerdi. Ben çok sevsem de insanlar güçlenmiş, semirmiş bir yaseminin kokusunu sevmeyebilirlerdi. Doğanın her türlü hâlini kabullenip sevmek herkese göre değildi. Bana bir atın o güzel kokusunu …

Okumaya Devam Et

25.04.2020

Yerde öylece duruyor. İnanamıyorum… Böyle bir şeyi nasıl atmışlar yolun kenarına? Çocukken benim de bunun gibi oyuncak bir atım vardı. Belki aynı kalıptan çıkmıştır ikisi de… Tüylü bir attı bunun gibi; ama onun kuyruğu kırılmıştı. Nasıl kırılmasın ki, onunla yatar, onunla kalkardım yıllardır. Babam onu yapıştırdığında kahramanım oluvermişti. Yanına yaklaşıyorum. İlk aldığım zamana gidiveriyorum. Bir hediyelik eşya dükkânında görmüştüm. İlk defa bir şeyi bu kadar yoğun olarak arzulamıştım. Alsam mı acaba? Bu yaşta mı? Hemen onu yerden alıp koşmaya başlıyorum. Baştan sona dokunuyorum. Kuyruğunda bir kırıklık var. Sanki sonradan yapıştırılmış. Aynı benimkinde olduğu gibi. Onu başka bir çocuğa bana sormadan …

Okumaya Devam Et