01.03.2020

Denizi hiç görmese, suyunun tuzlu olduğunu bilip hiç tadına bakmasa da onu hiç merak etmiyor bazen. Sonra bir şiir okuyor, aklına deniz düşüyor. Ertesi gün unutuyor, hop bir daha geliyor aklının başucuna konuveriyor, orada çöreklenip aklını başından ediyor. Denizi hiç görmemiş ya, ölümünün denizden olmasını umuyor her nedense. Nasıl olsa ölüm er ya da geç başına gelecek, ölümden kaçış yok ya, kesin olacak olan tek şey denizle ilgili olsa bari diyor. Saçma sapan bir totem işte. Bir gün çalışmaya denize kıyısı olan bir yere gidiyor. Gelir gelmez vapura bindiriyor akrabası onu. O da ne yapsın, ölüme, hayatındaki tek mutlak şeye, …

Okumaya Devam Et

04.01.2020

“Bu karanfilli sigarayı nereden buldunuz?? Bunu hiç görmemiştim. Tütün de kokmuyor bu sanki.” “Tabii tütün kokmayacak! Bu sigara tütünsüz. Yandıktan sonra yararlı olan tek şey var bu sigarada. Oksijenin sevip kayırdığı tek şey… Ama önce… Ateş alabilir miyim evladım? Çakmağımı unutmuşum da…” “Tabii teyzeciğim, buyurun, ben yakayım.” “Yak evladım yak, yakarken içine çekmeyi unutma! Gör bak, sen de tazeleneceksin.” “Gerçekten de öyle…” “İşte bu sigara sayesinde tam iki yüz yıl yaşadım ben. Tıpkı bir karga gibi… Evet, karganın tersine ağardım; ama yaşadım. Gerçi aslında kargalar iki yüz yıl yaşamazlar ya, herkes öyle bilir nedense. Ben de alıştım böyle söylemeye.” “Siz …

Okumaya Devam Et

03.01.2020

Zeytin çekirdeğinden tesbihler yapardı ve tesbihleri satarken: “Bu tesbihlerdeki zeytin çekirdekleri, fakirlerin sofralarından alındı. Onlar tertemiz bırakır çekirdekleri. Her zerreyi sömürür tasarruflu ağızları. Ondan sonra da iş bana kalır. Her taneyi kibrit ile dağlar, dişleriyle çizemedikleri muratlarını ben yakarım her birine. İşte aldığınız her bir tesbihin her tanesine baksanız hep böyle şeyler görürsünüz. Bazen küçücük bir bebek, belki bir kız çocuğudur oynayacağı bir bebeği olamamış, daha kötüsü bir kadındır kısır kalmış, para bulup da tüp bebek yaptıramamış. Ya da sadece bir tavuk bududur, bulunamamış… Bir deniz kıyısıdır, gidilememiş. Bir pastırma temsilidir, sadece koklanabilmiş. Bir pirzola dalıdır, yalnızca çöpte ya da …

Okumaya Devam Et

30.12.2019

Arkadaşıma sordum. “Bana şu an düşününce mutlu olduğun, imrendiğin, sende olmasını istediğin üç şey söyle…” “Güneş, deniz, huzur.” Hiç düşünmeden ağzından fırlatıvermişti bunları. Düşündüm… Güneşten nefret ederdim. Varlığımın biricik sebebi oydu. İnsanlığın varlığının da… Ben olmasam ne yazardı! İnsanlık olacaktı ve ben olmasam da; benim nefret ettiğim şey olmuş bulunacaktı. Yani ve kısacası, güneşten nefret ediyordum. Denizden korkardım. Suyun bunca fazla olması fikri dahi beni korkuturken; bunu görmek ve böyle bir şeyin yanında olmak, buna maruz kalmak… Korkunun da üstündeydi benim nazarımda. Dalgaların sesi hele… Beni dondururdu. Böylesine bir devingenlik karşısında donmayacaktın da ne yapacaktın ki? Huzur ha! Hazır olmak …

Okumaya Devam Et

24.06.2019

Gün doğumlarını seven insanlarla doludur dünya. Her başlayan günün yepyeni bir gün olduğunu idrak etmelerini bekleseniz de öyle değildir. Muhtemelen sadece görünüşü güzel olduğundan sevilmektedir gün doğumları. İnsanların algıları kemikleşmiştir ve o kemiklerin sertliği gereklidir onlar için. Oysa her geçen günün yeni bir ihtimaller silsilesi olduğu bilgisi, kemiklerini yumuşatacakları anlamına gelmemektedir. Bu kadar tutucu olmalarına gerek yoktur. Her gün kaba davrandıkları, günaydını dahi çok gördükleri iş arkadaşlarına “günaydın” deme ihtimalleri vardır ve her zamanki gibi o ihtimali değerlendirmemeyi tercih edeceklerdir. Sanki zamansız, tekdüze giden bir ömürdür yaşadıkları. Evet, zamanın sonsuzlukta bir önemi yoktur; ama insanlar madem kendilerine bir sürü zaman …

Okumaya Devam Et

04.05.2019

Uçsuz bucaksız bir denizin üzerinde yürüyen bir çocuğun görüntüsü bir türlü gitmek bilmiyordu zihninden. Yürürken, konuşurken, yemek yerken, uyurken, tuvalete giderken… Çocuğun cinsiyeti belli olmasa da yüzü ve ayakları gayet net görünmekteydi. Ayakları uzun ve inceydi iki uçlarından, parmak ve topuklarından bir elle çekilmiş gibi. Yüzü de uzundu; ama alnı ve çenesi görece genişti. Gözleri kapalı olduğundan renkleri belli değildi. Hamileydi üstelik. Öyle sanıyordu ki, çocuğu rahmine düştüğünden itibaren başlamıştı her şey. … Bebekler doğduğunda, birisi kız birisi erkek iki bebek dünyaya getirmişti, ikisi de zihninde gördüğü bebeğe benzemiyordu. Bir kere ikisi de esmerdi. Zihnindeki çocuk bembeyazdı. Yüzlerinin benzeyip benzemeyeceğini …

Okumaya Devam Et

25.03.2019

Her yerde kıtlık hakimdi. İnsanlar yiyecek ve su bulamadıkları için telef oluyordu. Hayvanlarsa vahşileşmişti ve onlar da ölüyordu; ancak daha toprağa düşerken yem oluyorlardı diğer hayvanlara. Çok nadir olarak da insanlara… Vahşi doğaya çıkmaya cesaret edebilen çok az insan vardı. Açlık korkudan büyük değildi… Korkuyorlardı çünkü efsanelerle doldurulmuştu kulakları. Her nasılsa depolanmış şeker kristalleri dışında enerji verecek bir şey yoktu ve bu kristaller, bir türlü tükenmiyordu. Nasıl oluştukları, nereden geldikleri de bilinmiyordu. Sadece depolardan çıkarılıp günlük olarak paylaştırılıyordu o kadar. Sekiz yıldır… Şeker pahalı bir şeydi eskiden oysa. Uzun süreçler istiyordu üretilmesi. Bu kadar bol ve kolay bulunması şüphe uyandırıcıydı. …

Okumaya Devam Et

16.10.2018

Barış Kebapçısı… Dükkanıma girdiğinizde, mis gibi kuyruk yağı kokusuyla selamlarız burnunuzu. Genel olarak sizi selamlayansa çoğunluk Selçuk’tur sağ olsun. Kendisi garsonumuzdur. Nazmi ve Rıdvan da garsonlarımızdır. En eli çabuk olan Rıdvan, en sakarları Nazmi, en güler yüzlüleri de Selçuk’tur. Aşçı da bendeniz. Adım da Yusuf. Aynı zamanda bu dükkanın sahibi olurum. Ha, kasada da Servet durur. Servet güvenilir çocuktur, oğlumdur. Peki bu dükkanın adı neden Barış’tır bilir misiniz? Barışın asla olmayacağını bilirim. Onun için barış istediğimden dükkana Barış ismini koymuş değilim. Ne de olsa bu dünyada geçerli tek şey savaş olacak hep. Oğullarımdan birisinin adı falan da değil; ya da …

Okumaya Devam Et

30.09.2018

Sadece deniz sesi çıkartmayan bir deniz kabuğu… Bir deniz kabuğunun gerçekten deniz sesi çıkarttığı bile şüpheliyken; o her sesi çıkartabiliyordu. Nereden bulmuştu onu? Ya da nasıl bir hile kullanıyordu, kimse bilmiyordu; ama bu koca deniz kabuğunu kulağına dayayan herkes farklı sesler duyuyordu ve söylenen oydu ki, bu sesler o kişinin geleceğinde duyacağı önemli sesler olacaktı. Yani aslında bir nevi geleceklerini duyuruyordu insanlara. Ben de almıştım elime ve başlamıştım incelemeye. Evet sedefti, evet yekpareydi… Muhtemelen denizden çıkarılmıştı. Kulağımı dayadığımda ilk duyduğum ses, çınıl çınıl çınlayıp kulağımı uğuldatan bir horoz sesiydi. Horoz… Şehrin ortasında bir horozun benim geleceğimde ne işi olabilirdi ki? …

Okumaya Devam Et

15.09.2018

Hiçbir balık kırlangıç balığı kadar denizi kendi varlığında, tadında ve kokusunda taşıyamaz bana kalırsa. Kırlangıç Efe de bunu bilerek adamlarına kendisine Kırlangıç dedirtmiş, bana öyle söylemişti zamanında. Kırlangıç Efe kim mi? Deniz aşığı, tuhaf bir adam. İsyankar adam Kırlangıç Efe. Deli Dumrul’ların acımasız Azrail’i olma peşinde. Ama hiçbir şey eski zamanlardaki kadar basit değil artık. Ne Deli Dumrul’lar ayan beyan bir şekilde kuru bir çay üzerine bir köprü yapıp geçenden de geçmeyenden de para alıyor ne de Azrail’ler onları yakalayıp aman diletebiliyor. Artık Deli Dumrul’ların köprülerinin kuru bir çay üzerine yapıldığı geç, çok geç anlaşılıyor ya da hiç anlaşılmıyor. İşte …

Okumaya Devam Et