Yalnızlığı henüz idrak ettiğim zamanlardı. İşte o zaman, o parfümün kokusuyla anladım gösterişin hüznünü. Gösterişli bir kokuydu ama edebi bir eser ve o eseri içime sindirdiğim zamanlardaki tuhaf yalnızlığımla, o gösterişli koku, hüzne bulandı. Tıpkı elektroliz yoluyla altın kaplanmışçasına… Şeker kokuyordu parfüm. Ağırdı, pahalıydı ve keskindi. O zamanlar on bir-on iki yaşlarında olmama rağmen, tazecik tenim, o ağırlığı taşıyabilirdi. Taşımıştı da… Bir sürü ıtırlı çiçek, baharat da vardı içinde. Onlar, sonra olacağım kadının ruhundan haber veriyordu şimdiden. Gösterişli ve hüzün kaplamalı… Tıpkı altın kaplama bir madalya gibi… O madalya ‘altın madalya’ değil midir? Kimse ödül verilirken ‘Bu madalya sarıya boyanmış …