Bir barda dans eden iki insan… Neden dans ettikleri belli. Zaman geçirmek, eğlenmek istiyorlar bardaki herkes gibi. zaten birbirlerine temas etmeden; son modaya uygun dans ettiklerinden aralarında bir çekim olup olmadığı belli olmuyor. Sanki bir oyunda eşleşmiş iki insan onlar. Oysa, içlerinden biri, daha önce hiç bara gitmemiş. Çok gürültülü geliyor bar ona çünkü. Kafası o kadar dağınık, kendisini o kadar çaresiz hissediyor ki, önünde bir bar görünce girivermiş öylece. Onun karşısındaki için bara gitmek gündelik bir şey. Her gece yaptığı bir şey olmasa da; haftada iki-üç kez gittiği söylenebilir. Yapacak bir şeyi olmadığından mı? Belki… İçindeki karmaşayı susturabilmek için …
Etiket: #günlük
18.06.2020
Oltu taşından takılar, çoğunlukla tesbihler yapıp satardı. Küçücük boncuklara harfler oyar, onları, boncuk boncuk, iplere, tellere ya da misinalara dizerek kelime ve cümlelere dönüştürürdü. Takıların ya da tesbihlerin bir yerlerine, çoğunlukla klipslerine veya imamelerine küçük bir büyüteç aynacık koyardı. İşte onlarla bu harfleri okumayı kolaylaştırmaya çalışırdı. İnsanların takılarında ya da tesbihlerinde ne yazdığını bilmesini isterdi elbet ama daha çok yazmakla ilgilenirdi o. Doksan dokuzluk tesbihlere Allah’ın doksan dokuz ismini yazardı. Onun dışındaki tesbihlere farklı şeyler yazmayı tercih ederdi. İyi ahlaktan, şiddetin değil, düşünerek eyleme geçmenin öneminden bahseden küçük kıssalar ya da hikâyeler. Sadece bu yazılanların çoğunlukla otuz üç sözcük olmasına …
15.06.2020
Nefessiz kalmıştı. Eşinin öldüğünü söylediklerinde ne yapacağını bilememişti. Profesyonel asker olan o değil miydi? Aniden ölmesi gereken… Yani en azından ölse kimse şaşmazdı. Bu işinin doğasıydı. Oysa bir öğretmen olan eşiydi ölen. Hem de ani bir kurşunla… Şaka gibi gelmişti ona duyduğunda. Kulaklarında en sevdiği takı olan, çocukken ona kendisinin hediye ettiği baykuşlu bir küpe vardı. Sol kulağındaki yamulmuştu. Sıyrılmış kulağından kanı temizlenerek teslim edilmişti ona. Kimseye aldırmadan kulağını deldirip kendisi takmıştı. Bir daha da göreve gitmemiş, emekliliğini istemişti. Artık alkolik bir adamdı. Rakıdan başkasını içmezdi önceleri ama şimdi köpek öldüren içiyordu. belki daha çabuk ölürdü. Daima beli ağrıyordu artık. …
14.06.2020
Yağmur yağıyordu. Dışarda tek başına yürüyordu. Çok bildik bir sahneyi yaşamaktaydı. Filmlerde ve kitaplarda yaşanıp duran bir sahneydi bu. Gözyaşları yağmura karışmaktaydı. Neden ağladığı ise kendisi için dahi bir muamma idi. Polar hırkası sırılsıklamdı. Yağmuru açlıkla emmiş olmasına rağmen ıslaklık ona ulaşmamış, hırka daha doymamıştı. Nedenini bilmese de ağladıkça rahatlıyor, adeta içinden bir şeyler uzaklaşıyordu. O kadar çok ağlamıştı ki, birkaç damla gözyaşı yere düşmüştü. Belki de bir böceğin üstüne inmiş, böcek ise onu düşen on binlerce damladan biri zannetmişti. Bir yerlerde okuduğu gözyaşı şişelerinden bir tane olsaydı keşke yanında. Nadir olan gözyaşlarını biriktirebilmek için… Acaba hayatındaki gözyaşlarını toplasa bir …
12.06.2020
Yaşadıkları topraklara sahip olan devletin tüm imkânlarını kaçak olarak kullanıyorlardı. Kendilerine Kunduzi diyorlardı. Onları bir araya toplayan üç kişiden biri olan adamın lakabıydı Kunduz. Lider ve bir nevi bu topluluğun fikir babası o olduğundan onun ismi konulmuştu. Bir de kunduzların yaptıklarını tam olarak uyguladıklarından… Bir kunduz nasıl baraj kurarsa onlar da kendilerine barınak kuruyor, tıpkı onlar gibi etraflarını kendilerine göre şekillendiriyorlardı. Aralarında işbirliği yapmışlardı bu üçlü, topluluklarını iyi yönetebilmek için. İsimleri yoktu. Sadece lakapları vardı. Kimlikleri bile yoktu ki… Ahmer, topluluklarındaki insanlardan sorumlu olan adamdı. İş bölümü, evlilikler, anlaşmazlıklar… Ahmer kızıl demekti. Et rengi… Kanı, eti, duygu ve heyecanı temsil …
25.05.2020
Mikolog olduğunu söyleyen bir adam vardı. Mantarlar hakkında eğitim alıp bir mantar uzmanı olduğunu iddia ediyordu. Tamam da neden buracıkta, bir pazarda tezgâh açmıştı? Bu sattığı mantar değildi ki. Merak ettiğimden sormak için yanına yaklaştım. Dediğine göre, o sadece bir mikolog değildi. Botanik ve kimya ile de uğraşıyordu. Yaptığı tozu tüm bilgi birikimi ve deneyimleriyle geliştirmişti söylediğine göre. Bu toz ilaç değildi. Onun için bir firmaya götüremez ya da bu şekilde test ettirmekle uğraşamazdı. Bunun için kimse ona şans vermezdi. Bizler, eğer istersek deneyebilirdik. Bu tozdan bir çay kaşığı alan insan, ölen insanlarla iletişim kurabilirdi. Sadece ölenlerle değil. Farklı boyutlardaki …
24.04.2020
Saçlarımdan üç tel koparıp birbirine sürtüyorum. Masallarda vardır ya, peri kızı ona yardım eden delikanlıya üç tel saçını koparıp verir ve ‘Bana ihtiyacın olunca bunları birbirine sür, anında gelirim…’ der ve ortadan kayboluverir. İşte ben de kendi saçlarımı kendim koparıp kendime veriyorum. Güzel oluyor. Birbirine sürtüyorum ve… bir ışık çıkıveriyor. Bir de bakıyorum bembeyaz oluyor her taraf. Şaşıyorum bu işe tabii. Nasıl şaşmayayım! Benim bu yahu. Benim saçlarım, onları birbirine sürten de kendi ellerim. Sonra… Küçük bir cüce beliriyor ellerimde, saç tellerim yok oluyor. Kımıl kımıl bir cüce bu, incecik sesiyle “Naber?” diyor bana. “Canım sıkılıyor,” diyorum. …
23.04.2020
Her tarafı aynı olan, dümdüz bir meydandaydım. Hiçbir şey yoktu etrafımda. Yürüdükçe yürüyor; fakat hiçbir şeyin değişmesini sağlayamıyordum arşınladığım kilometrelerce mesafeyle. Bir hedef görünmüyor, işitilmiyordu. Yeknesaklığa alışmak kolay görünse de kazın ayağı öyle değildi. O boşlukta düşünecek bir şey bile gelmiyordu insanın aklına. Çağrışım zincirini inşa edecek bir tek halka bile görünmüyordu. Öyle ki, bir tek kaldırım taşı bile farklı değildi diğerlerinden. Hepsi, kalıptan çıkmışçasına, ki öyle olmuştu, aynıydı. Bir yerde böyle bir cehennem tasavvuru vardı. Galiba bir kitapta. Doğruydu… Gerçekten cehennem azabı ancak böyle olurdu. Ateş renkliydi, acı da… Tenin kızılı da acıydı işte. Renksizlik kötüydü sadece. Acı sayesinde …