Bir masal anlatmıştı abim bir gün. Bir saray bahçivanının oğlu padişahın kızına aşık olur. Padişahın da bir arzusu vardır; her kim ki bir dünya dolusu altın getirirse, kızına sahip olacaktır. “Sahip olmak” tabirinin altını çizememiştim o zamanlar. Bahçivanın oğlu da kıza talip olur. Padişah kızar. Durup durmadık yerde, bahçivanın oğluna kırk gün içinde altınları getirmezse kellesinin gideceğini haykırır. “Niye ki kardeşim?” diye soramamıştım o yaşlarda. “Neden diğer insanların kelleleri gitmiyor da bizim bahçivanın oğlununki gidiyor? Bu nasıl bir egodur…” Sonra bizim oğlan, babasının alın teriyle kazandığı kırk altını pazardan aldığı mavi bir topun içine koyup; topun üzerine paraleliyle, meridyeniyle bir …