01.03.2019

“Mini minnacık örümcek oluğa tırmandı, Yağmur yağdı, Örümcek aşağı yuvarlandı.” Bir nokta konmuştu. Cümle sonlanmıştı çünkü. Şarkıdaki “Sonra”dan haberi yoktu mini minnacık örümceğin. “Sonra… Güneş açtı, oluğu kuruttu.” Mini minnacık örümceğimiz, arkasına bakmayabilir, oluğun kuruma ihtimalini görmeyebilirdi; umursamayabilirdi bunu. O oluğa tırmansa ne olurdu ki? Örümceğin amacı neydi? Oluğa tırmanmaktan başka yol yok muydu yaşamına devam edebilmek için? Şarkı bunu umursamıyordu ama… Devam ediyordu tek bir olasılığa.

Okumaya Devam Et

24.01.2019

Sararan dişlerinin tüm zavallılığıyla bana gülümsediğinde, ona acıdığım için kendimden nefret etmiştim. Ben kimdim ki! Yine de acımıştım işte, acıyordum… Dişleri sapsarıydı, ağzındaki koku, her nefes verişinde göğe ağıyor, herhangi bir buluta karışıp aynı kokuyla tekrar, bu kez de yere ağıyordu. Arada bir yüzündeki bir sivilceyi patlattığında onun içindeki irinin doğa üstü kokusu da eşlik ediyordu soluğunun kokusuna. Ve bu adam, imandan bahsediyor, çilekeşlikten dem vuruyor, bedeninin hazlarını ve mutluluğunu bir şeyler için kurban etmeyi anlatıyordu. Acaba kendisini ne için cezalandırıyordu?

Okumaya Devam Et

23.01.2019

“Sus…” “Ama…” “Sus dedim.” “…” Keşke o zamanlar susmasaydı. Ne zaman, kim, nerede, ne derse yapar, uyardı. Bundan bir şikayeti yoktu. Ona kolay geliyordu çünkü. Bir zayıf noktası da yoktu. İnandığı bir şey. İnanmış göründüğü şeyler, başkalarından, yanındaki en çok konuşan kişi olurdu bu genelde, duyduğu şeylerin seslendirilmesinden ibaretti. Sevdiği şeyler de öyleydi. Hep bildik, sevilmesi kolay şeyleri severdi. Yağmurdan sonraki toprağın kokusu, denizin sesi, bir gül yaprağının dokusu, çikolata, havayi fişekler… İnsanları, söylediklerini tekrarlamak için dinler, onları tekrarlamak için konuşurdu. İsminin bir önemi yoktu. Ona “Çok eksi bir” ya da “çok artı bir’ diyebilirdiniz. Eksinin ya da artının varlığı …

Okumaya Devam Et

01.08.2018

Yağmurun yağışını şehrin ortasındayken pek sevmem. Kim sever ki? Yağmur toprağın üzerine damladığında güzeldir, herkes de bunu bilir… Asfaltın üzerindeyken tuhaf görünür. Doğal değilmiş gibi, yabancı olan, doğal olmayan asfalt değil de oymuş gibi. Belki de doğrudur. Şehrin doğal ortamında insan asfalta değil de yağmura söver çünkü. Arabasının içinde seyrederken yağmur yağıyorsa mutlaka bir kere söver insan. Koltuğunda kaskatıdır. Mutlaka bir yaya ona küfredecek, mutlaka silecekler yağmurun hızına yetişmeyecek, mutlaka trafik yavaşladıkça yavaşlayacak; tıkandıkça tıkanacaktır. Hülasa, yağmur daima bir sorun olacaktır.

Okumaya Devam Et

27.04.2018

Yağmurda şemsiye, yazın hasır şapka, genel itibariyle çakmak ve anahtarlık satardım kalabalık bir meydanda… Tabii eğer zabıtalar beni rahat bırakırsa… Her yarım saatte bir gelirlerdi ve ben, ben ve diğerleri, kaçardık onlardan. Düşmandan kaçar gibi… Bazılarımız da kavga ederlerdi; ama bir tek kişiye üç kişi saldırdığından, çoğunlukla dayak yiyen ve malını kaybeden o olurdu. Neden bizi rahat bırakmazlardı? Devletin bekası için mi? Hayır, şaka mı yapıyorsunuz! Elbette hayır… Yakaladıklarının malını alırlardı. Sonra ceza yazarlardı ve vermezlerdi mallarımızı. Ardından malları depolarda biriktirir ve açık arttırmayla satarlardı. O paraya ne olurdu, en ufak bir fikrim yoktu. Sokaklarda satıcı olmamasını istiyordu devlet. Oysa …

Okumaya Devam Et