Bu öykü, TÜRGÖK'ün izniyle isimsizhikayeler.com adresinde yayınlanmaktadır.
Yazan:
Eylem Yurtsever.
Seslendiren:
Ersen Orhun.
Adalet:
Fırladı uykusundan: - Ses duydum, bir ses duydum, diye bağırdı.
Küçücük bir çocuktu o zamanlar Adalet. Belli belirsiz, ince bir sesti duyduğu. Annesine koşup söylediğinde, annesi onu yatıştırmış, birlikte çeşitli malzemelerden yaptıkları, bir şeye benzemeyen, yamru yumru da olsa tek oyuncağı olan peluş bebeğini sarılması için ona vermiş ve uyuyana kadar yanında kalmıştı.
O günden sonra, belli belirsiz de olsa o ince sese benzer bir ses duyduğuna inandığı bazı zamanlar dışında o sesi bir daha duymamıştı.
Adalet’in gözleri doğuştan hiç görmüyordu. Kendisini bildi bileli annesiyle yaşıyordu. Babası gitmişti...
Çocukluğundan beri, bir zerre hırsı olmamasına rağmen çok çalışırdı. Sanki yaptığı her şeyin her zerresinde bir amaç gizliydi. Yaptığı her küçük şey onu büyük bir amaca ulaştırıyordu sanki. Buna rağmen ‘hesaplı’ denemezdi ona. Yaptığı her şeyde, vücudunun ve ruhunun her zerresiyle samimiydi.
Çok iyi okullarda okumuş, çok iyi referanslar almıştı. Dünya çapında bilinir bir insan olmuştu. Onun yaşadığı zamanlarda bir tek şeyde uzmanlaşmaktan çok disiplinlerarasılık kabul görüldüğünden ve o da bunu hakkıyla yapabildiğinden, fikri sorulur bir insan olmak onun için hiç zor olmamıştı.
Yasaların yapımı kadar uygulanması konusunda yaptığı deneysel çalışmalar, tüm ülkelerde uygulanmaya başlamıştı sözgelimi. İşte bunu sağlamış olmasının nedeni disiplinlerarası çalışmasıydı. Uluslarası uzmanlığından yararlanmak şöyle dursun, bir teorisyen ve akademisyen olarak; çok fazla eğitim kurumu değiştirmiş, çok fazla öğrenci yetiştirmişti. Yazdığı kitapları lise çağındaki bir gencin dahi okuduğunda anlayabilmesi için yazıyor olması da; akademisyenlerin ikamet ettiği fildişi kulelerinin yanına karavan park etmek kadar cüretkar; ama yararlı bir tutumdu.
Görmediği için karşılaştığı önyargıları, sadece onu başarısına taşıyan setler olarak değerlendirmişti. Belli bir zamandan sonra, iş çevresindeki insanlar, bedenini sadece canlı bir kartvizit olarak görmüştü. Yaptığı iş önemliydi ve bu kartvizit herkeste bulunması gereken, asla bir kenara atılmaması gereken bir kartvizitti. Öyle ki, kendi yaptığı işler yepyeni bir meslek ismi olabilirdi. Başka bir deyişle, yaptığı iş; onun adı ve soyadı olan ‘Adalet Denge’’cilik şeklinde adlandırılabilirdi. Yani sırf kendi ismiyle hem bir kartvizit hem de bir meslek yaratmıştı. Bu durum hiç de kolay olmamıştı Adalet için. Adının insanı olması gerekmişti aldığı her solukta.
Yıllar geçmiş, dünya değişmişti. Uzay araştırmaları yapılmış ve yaşamak için yeni gezegenler arama işine son hızla ve artık açıktan açığa girişilmişti. Küreselleşme, yapılan savaş ve çekişmelere izin verilmeyecek bir aşama kaydetmiş, dünyanın bir tek merkezden yönetimi, yapılması gereken tek şey haline gelmişti.
Adalet’in bile nasıl olduğunu tam anlayamadığı bir şekilde, onun uluslararası ünü sayesinde bu dünyanın liderliğine o aday gösterilmişti.
Adalet, kör Adalet dünya lideri adayıydı. Ülkesindekiler, Adalet’in sınıf arkadaşları, onu kendisiyle meslektaş addedenler… bu durumu kendilerine hakaret saymışlardı; ama durum buydu işte.
Adalet de bu işin içinde bir iş olduğunu düşünmüştü. Onun kara kaşı kara gözü için onu aday göstermezlerdi bu insanlar. Sonra anlamıştı. Onun tanınırlığı ve farklılığı, insanların bu değişime rahat ayak uydurmalarını sağlayacaktı. Ayrıca belki de onun rahat kontrol edilebileceğini de düşünmüşlerdi Adalet’i aday gösterenler. Ne olacağını hep birlikte göreceklerdi.
Sonunda her şey bitmiş, Adalet kürsünün önüne kadar gelmişti. Liderlik kürsüsünün…
Elinde bastonu, diğer elinde de bir terazi olduğu halde kürsünün üç basamaklı merdivenine çıkıp dünyanın tüm kanallarından izlenecek şu cümleleri söylemişti:
‘Adım Adalet… Bu görevi adaleti temsil ve tesis etmek için kabul ettim. Elimdeki terazi bunu simgeliyor. Diğer elimde bir kılıç olmalıydı belki; ne var ki, bastonumu kendimi bildim bileli kullanıyorum yolumu bulabilmek için. İçimdeki soyut teraziyi de kullanıyorum adaleti sağlayabilmek için. Hayatım boyunca kılıçla hiç işim olmadı. Bastonum ve terazim bana fazlasıyla yetti. Belki bin yıllardan beri bu durumda oluşumuzdaki sebep, adaleti kılıçla tesis etmeye çalışmamızdı. Oysa ben, adaleti bastonla tesis etmeye geldim. Hem kendi yolumu bulabilmek; hem de yol gösterebilmek için.’
İşte bu sözlerle dünya lideri olmuştu Adalet. Tüm dünyanın ilk lideri. Bin yıllardan beri hayal edilen bir pozisyona, savaşsız, kılıçsız; bir damla kan dökmeden ulaşan ilk kişi olmuştu.
Büyük İskender’e, Atilla’ya, Cengiz Han’a ruhsal bir tür nanik yapmıştı bu sözleriyle.
Malum günden sonra, aradan iki ya da üç gün geçmişti. Türkiye’deki evine, annesinin yanına vedalaşmak ve eşyalarını almak için gitti.
Annesi, sesinde yarı muzip, yarı inanamaz bir gülümsemeyle, bileğinden çekerek ona bir şey dinleteceğini söyledi. Eline kırk yaşında olmasına rağmen yanından hiç ayırmadığı ve her gece onunla yatmaktan utanmadığı o tuhaf, yamru yumru peluş bebeği verdi bavulundan çıkararak. Adalet şaşırmıştı. o zaten hep yanındaydı. Neden onu eline vermişti annesi?
Sırtındaki küçücük, gizli bir entegreyi, daha güçlü ir hoparlöre bağladı annesi ve Adalet’in çok alçak bir sesle her gece uykusunda bilmeden dinlediği cümleler büyük hoparlörde gürül gürül duyuldu.
Annesinin genç sesini duydu adalet:
‘Eee, Adalet, büyüyünce ne olacaksın?’
Kendisine ait olduğunu asla tahmin edemeyeceği minicik bir ses kendinden emin bir şekilde beyan etti.
‘Kahraman olacağım, dünyanın başkanı olacağım.’