Bir leğen dolusu kıymayı yoğururken bir yandan da bir tiyatro sanatçısının seslendirdiği bir kitabı dinlemekteydi. Kırk dokuz yaşlarındaydı. Keldi, göbekliydi, bıyıklıydı, kalın kaşlıydı; ama ter kokmuyor, sigara içtiği için sesi çatallı çatallı çıkmıyor, en ufak fırsatta dedikodu edip el alemin kızlarına laf atmıyordu Köfteci Dayı. Bir köfte arabası işletir, iki-üç ayda bir yer değiştirirdi. Zabıtalar nedense ona pek ilişmezlerdi. Güzel yemeğin hikmetinden olabilirdi.
Çok lezzetli olurdu yaptığı köfteler. Herkes ona ‘dayı’ dediğinden arabasına basitçe ‘Köfteci Dayı’ yazmıştı. Fazlasıyla basit; ama çekiciydi. Tanınabilmesi için böylesi yeterliydi.
Köfte yaparken dinlese de satarken, müşteri gelmediğinde okurdu. Yüzlerce kitap okumuştu. Aynı zamanda binlerce kelime yazmıştı. İnsanların ondan köfte alırken kendi aralarında sarf ettikleri bölük pörçük cümleleri birleştirip hikâyeleştirirdi.
Pazar günleri iş yapmaz, sadece o zamanlar, kendisi için yaptığı köftelerden yerdi. Kendisi için şekillendirirdi köftelerini. Yapacağı köfteler bir hikâyeyi oluşturan figürler olurdu. Sonra, onları sırasıyla, planladığı hikâyeye göre yerdi.
Yalnız bir adamdı Köfteci Dayı. Bir zamanlar çocuğu için yaptığını, şimdilerde kendisi için yapacak kadar yalnız…