Sadece deniz sesi çıkartmayan bir deniz kabuğu… Bir deniz kabuğunun gerçekten deniz sesi çıkarttığı bile şüpheliyken; o her sesi çıkartabiliyordu. Nereden bulmuştu onu? Ya da nasıl bir hile kullanıyordu, kimse bilmiyordu; ama bu koca deniz kabuğunu kulağına dayayan herkes farklı sesler duyuyordu ve söylenen oydu ki, bu sesler o kişinin geleceğinde duyacağı önemli sesler olacaktı. Yani aslında bir nevi geleceklerini duyuruyordu insanlara. Ben de almıştım elime ve başlamıştım incelemeye. Evet sedefti, evet yekpareydi… Muhtemelen denizden çıkarılmıştı. Kulağımı dayadığımda ilk duyduğum ses, çınıl çınıl çınlayıp kulağımı uğuldatan bir horoz sesiydi. Horoz… Şehrin ortasında bir horozun benim geleceğimde ne işi olabilirdi ki? …
Ay: Eylül 2018
29.09.2018
Kekeme oluşumun sebebini hiçbir zaman hatırlayamayacağımı düşünüyordum. Bir travma sonucu başlamıştı çünkü bu durum. Şarkı söylediğimde de geçmiyordu. Bu şekilde yaşayacak ya da kontrollü bir şekilde bu travmamı anımsayıp onunla baş etmeye çalışacaktım. Terapistlere, hipnoz seanslarına girdim ama bir türlü hatırlayamamıştım. “Dinsiz Hoca” dedikleri, hiçbir müzik eğitimi olmasa da; sesiyle tedavi eden bir kadından söz edildiğini duymuştum. Söylenene göre kadın hiçbir şekilde müzik eğitimi almamıştı. İlkokuldaki solfej derslerinden bile bihaberdi. Okumamıştı çünkü. Okuma-yazması bile yoktu. Dinsiz Hoca sanını da; kendisi yaymış, hiçbir dinden olmadığını söylemişti herkese. Müslüman bir ülkede bunu söylemek büyük cesaretti bence. Kendisine neden ‘hoca’ dedirttiğini anlayamasam da …
28.09.2018
Her iyi davranışımda kavanoza bir kuru fasulye atardı annem çocukken. Fasulyelerin kavanoza atılırken çıkarttığı sesi severdim. Onları yemek amacıyla biriktirmediğim belliydi. Kavanozu salladığımda duyduğum şıkırtı için biriktirirdim. ‘iyilik’ dendiğinde hep şıkır şıngır arası bir ses işitmemin nedeni buydu. Sonra, herhalde kafam soyut şeylere bastığı anda, iyi davranışlardan bahsedip onlar için fasulye almak saçma geldi bana. Davranışlarımın reklamını yapmak mıydı bu, sorgular hale gelmiştim zira. Fasulyeler atıldı, kavanoz ortadan kayboldu. Yıllar sonra; çok, çok kötü bir günde, o günün kötülüğüne inat bir espri yapıvermiştim kendiliğimden. Öyle adam akıllı espri yapabildiğim söylenemezdi. Hatta espri konusunda gereksiz derecede müşkülpesent olduğum bile söylenirdi insanlar …
27.09.2018
Nargilesinden bir soluk aldıktan sonra adaçayından bir yudum aldı. Daha yeni bir porsiyon İnegöl Köftesini gövdeye indirdiği için toktu ve nargileden istediği kadar içebilirdi. Arkadaşını bekliyordu. Birlikte dağa kızakla çıkacaklardı. Onu bu zevkle tanıştıracaktı. Sıcacık bir yerden geliyordu arkadaşı. Karı bilmezdi o. Bilmezdi şefkatini ve haşinliğini. Bilmezdi önce saklayıp sonra açık edişini. Nereden bilecekti yumuşacıklığını ve sıkıya geldiğindeki aksiliğini? Nereden bilecekti, tıpkı nazenin bir kız gibi ellendiğinde küçücük bir izi bile belli edişini ve tıpkı köylü bir kadın gibi, sertleştiğindeki çetinliğini. Nargile bitmiş, arkadaşı gelmemişti. Belki cesaret edememişti; belki de sadece üşümek istememişti. Kar üşütürdü ama içine sığındığında da sımsıcak …
26.09.2018
Aşklar rutinden başka bir şey değildi. Birisini bul, ondan etkilen, birkaç saatten birkaç yıla kadar değişen zaman aralıklarıyla mutlu ol, sonra da ya mutsuzluk ya da hissizlik… Tıpkı gözü kapalı yapacağı, birkaç kalça kıvırma hareketinden oluşan; ama herkesin büyülendiği bir raks gibiydi aşk. Herkes bir ruhu olduğunu düşünürdü raksın ama o sadece baştan çıkartmaya dayalı hareketler bütünüydü. Ruhu olan bir şeyin, sadece bir tek amacı olmazdı çünkü. Her şey bir yana, o daha eşsiz bir şey istiyordu hayatında. Tanrısal aşk değil, çok daha farklı, çok daha eşsiz bir şey… Gözlerini örten, onu sarhoş eden; renkli bir perde değil, bir manzara …
25.09.2018
İnsanlığın doğasıyla ilgili günler ve geceler boyunca düşünmüştüm. Ölümle, ölümsüzlükle, yasak elmanın mahiyetiyle, kadın ve erkekle ilgili. Bunların kutsal metinlerde ve destanlardaki mesajlarıyla ilgili… Sanki sadece düşünerek tüm cevapları bulabilecektim… Ve biliyor musunuz, tam da öyle olmuştu. Cevapları sadece düşünerek olmasa da bulmuştum. Bunun için düşünmeye, uzun uzadıya düşünmeye çok şey borçluydum elbette. Düşüncelerimin sınırlarını çizen kutsal metinler; tıpkı birbirlerine paralel mendirekler gibi, düşüncelerimin gereksiz taşkınlıklarına set çekip olgunlaşmış fikirlerime demir atacak bir ortam sağlamışlardı. Kuşkusuz bilimsel araştırmalar…. Onlar olmasaydı hiçbir şey yapamazdım herhalde. Tüm bu düşünme, fikir bulma, onları bilimsel araştırma ve kanıtlarla olgunlaştırma sonrasında, elime somut bir şey …
24.09.2018
Ayaklarımı yere deli gibi sürtsem de çıkmıyordu. Çürümüş çiçek artıkları çıkmıyordu! Bir çiçekçiydim ve insanların aşklarını, sözde aşklarını, arttırmak için, binlerce bitkiyi öldürüyor, sonra da leşleriyle uğraşıyordum. Bir de vejeteryandım. Ne yaparsam bitkilere yapıyordum yani. Sonra da mutlu oluyordum; çünkü mutlu ediyordum hesabımca. Bir dükkanım vardı. Binanın her yerini çiçekler kaplamıştı. Öleceğini bilen çiçekler, yaşatılacağını uman ama sonunda ihmalkârlıktan ölmeye gidecek olan, bazen de gerçekten yaşatılan çiçekler…
23.09.2018
“Fedakârlık nedir?” diye sormuştu öğretmenimiz derse girer girmez. “Bir yanılgıdan ibarettir,” desem ne düşünürlerdi acaba? Hiçbir şey demedim. Vatandan söz ettiler. Aşktan, savaştan… Cehaletlerine, öğretmeniminki dahil, gülmekle yetindim. İçlerindeki iyimserlik ışığının sönmemesi, daima yanması için dua ettim. Gerçi bu iyimserlik miydi; yoksa cehalet mi, emin değildim. Peki ben niye böyleydim? Neden insanlar fedakârlıkla aşılanırken ben aşılanmamıştım? Hayat bana tuhaf mı davranmıştı? Herhangi bir şey mi yaşamıştım? Doğrusunu sorarsanız hiçbir şey yaşamamıştım. Fedakâr insanları gözlemlemiştim sadece. Ve fedakâr olmayanları… Fedakâr olmayanların fedakârlarla aralarındaki tek fark hakimiyet, otorite ve bilgiydi.
22.09.2018
Şampuanı köpürtürken gözlerini açık tutmaya çabalıyordu her defasında. Tırnaklarını keserken her birini kökünden, kanata kanata kesiyor, tıraş olurken yüzünü en az üç yerinden kesiyordu. Koşu bandından bant onu atmadan inmiyor, her defasında yorgunluktan kendisine gelemediği için bant yarım saat boşta çalışıyordu. İşte herkese teklifsizce çay-kahve taşıdığından artık çaycı bile bazen ona iş buyuruyor, yetmezmiş gibi bir sürü insan kendi işini ona yıkıyordu. O da kabul ediyordu çünkü. Üstesinden bir türlü gelemediği, kendisini affetmeyi bir türlü beceremediği bir şey vardı. Belki de ömrünün sonuna kadar asla affedemeyeceği…
21.09.2018
Bu kamyonda benim borum öter arkadaş! Bu kamyona benim istemediğim hiçbir şey giremez! Hiçbir şey! Padişahı benim ulan buranın! Geçen adamın birisi evini taşıyacaktı. Kedisini sokmak istedi. Pis kedisini… Hem onu dövdüm, hem kediyi öldürdüm, hem de eşyalarının hepsini olduğu gibi yere atıp; basıp gittim. Sonra bir gün bir karı kamyona oturdu. Leş gibi kokuyordu … Hemen çıkarıp üzerine işedim. Sonra da ona temizlettim. Madem bu işi yapıyor, edebiyle temiz olacak arkadaşım. Nerelere eşya taşımadım ki ben be. Gitmediğim, görmediğim yer kalmadı. Param da vardır ha bir yerlerde. Ama napacam parayı? Kamyonum var benim, yeter. Ölene kadar kamyon sürsem gam …