Bir noktaydı. Cümle sonlarındaki nokta, noktalığına ilişkin küçük bir yan anlamdı sadece. O her anlamıyla nokta olduğunu hissediyordu. ‘nokta’ sözcüğünün tüm anlamlarını içerdiğini düşünüyordu. Nokta ideasının ta kendisiydi o. Çizgileri oluşturan noktaların hepsi oydu. Öyle hissediyordu. Tüm noktalarla bağlantılı olduğunu, hepsinin kendisi olduğunu… Bir ruhunun olması bile bununla ilgiliydi. Ruh, bir nokta kadar ve noktadan ibaretti. Öyle olmalıydı, o buna inanıyordu. Zaten onun için bir ahiret günü söz konusu olamazdı. Her şey bir nokta kadar ahirdi çünkü. Bu inancı boş inanç gibi görünebilirdi ilk bakışta ama her şeyi oluşturan şey noktalar, yani bir tek nokta olduğuna göre, her şeye aynı …
Ay: Temmuz 2018
30.07.2018
Amaçsızca yürürken; elimin üstünde ılık bir nefesin hissiyle irkildim. Kafasını öne eğmiş elimi koklayan bir Sibirya Kurdu’na aitti bu nefes. Başıboş bir kurt… Hem de safkan… Ne köpek ne kurt… Hem köpek hem kurt… Gözlerinin buz mavisi… Ah o mavide kıvılcımlanan hiçbir şeyden etkilenmeyeceğini ilan eden ışıklar… Neden benim elimi koklamıştı ki bu hayvan? Neden bu kadar yaklaşmıştı bana? Yani, şikayet ettiğimden değil de… Belki de… Canım sıkıldığında, bana eşlik etmesini istediğim bir ruhtaş aradığımda bende ortaya çıkan uluma isteğinin kokusunu almıştı. Malum siyasi görüşle hiç alakası olmayan bir kurt sevgisinin kokusunu almış olmalıydı ta içimde. Belki de onun ne …
29.07.2018
Her gün iş yerimdeki penceremin önüne kaçak bir cennet papağanı gelirdi. Karakteristik, tiz sesiyle küçücük öter, adeta benden bir tepki beklerdi. En azından ben öyle olmasını, benimle iletişim kurmak istediğini farz etmek isterdim. Bulunduğum yerde bir sürü kaçak papağan vardı. Her nedense buralarda kümelenmişti cennet papağanları. Pencereme gelen papağanı yakalamak istemeye başlamıştım kaç zamandır. Bir dosta ihtiyacım vardı. Evet, iş yerimde bir sürü insan bulunuyordu; ama onlar insandı işte. İnsandan dost olmazdı. İnsanlar söz konusu olduğunda, bir sürü değişken oluyordu ve benim değişkenlere tahammülüm hiçbir zaman olmamıştı. Kalın bir çorabın içine koyacağım çekirdekleri, pencereme asmak suretiyle hazırladığım bir tuzakla yakalayacaktım …
28.07.2018
Kış mevsimi olmasına rağmen havalar son derece ılık seyrediyordu. Yine de epey yağışlıydı ve nemin olduğu her yerde olduğu gibi etrafta salyangozlar kol gezmekteydi. Onlara basıp o diş kamaştırıcı çatırtıyı ayaklarımın altında duymaktan takıntılı bir biçimde korkmaktaydım. Bir kere olmuştu çünkü. Gerçekten bir salyangozu ayağımın, o lanetli sağ ayağımın altında ezmiştim. O sert kabuğun altındaki sümüksü madde… Onu hayal etmek bile… Hayatımda hiçbir şeye acımamış olan ben, bu yaratıklara acıyordum. Bu kadar savunmasız oluşlarına. Bir tuz taneciğinin yumuşacık bedenlerini çözüverişine sözgelimi… Acımak, bana gökteki yıldızlar kadar uzak olduğundan, düşünce ufuklarıma kadar dolduruyordu zihnimi bu yaratıklar. Attığım her adımda onları düşünür …
27.07.2018
Bir zamanlar, şansa çok fazla inanan bir adam varmış. Adama herkes Ali Baba dermiş. Bu adamın, eti kemiği bir, cılız mı cılız bir atı varmış. Atın cılız olmasının nedeni, Ali Baba’nın ona sadece dört yapraklı yonca, o da bulursa, yedirmesiymiş. Onun dışında sadece su içebiliyormuş hayvan. Zaten nasıl olup da ölmediğine herkes şaşıyormuş. Ali Baba dışında… Ali Baba’nın kendisi de nasıl olduğunu kimsenin bilmediği bir şekilde çok dinç kalıp hiç yaşlanmıyormuş. Böyle böyle, atı da kendisi de bu zamanlara kadar yaşlanmadan ama deri kemik bir, üflesen yıkılacak halde olsalar da gelmişler. Ali Baba’nın dediğine göre yüzyıllar boyunca yaşamış ikisi de… …
26.07.2018
Yapılmış en zarif teknenin içinde, yaratılmış en eciş bücüş yaratıkların bulunmasının mutlaka geçerli bir sebebi olmalıydı değil mi… İnsana benziyordu bu yaratıklar. Tıpkı onlar gibi konuşabiliyorlardı da. Ne var ki, her biri aynı sözcükler sarf ediyordu. Hem de aynılarını… Yani tek başlarına düşünmüyorlardı… Bir koroyu oluşturuyorlardı birlikte. Bir dilenciler korosunu… Geçtikleri kıyıların tanrılarından bahseden; binbir dinli, binbir dilli, binbir kusurlu bir koro… Teknenin alabandasında bir dilenmek için, bir yemek yemek ve bir de sıçmak için birlikte duran, diğer zamanlarda birbirlerinin ne görüntülerine ne de kokularına tahammül edebildiklerinden birbirlerinden ellerinden geldiğince uzak kalmak isteyen yaratıkların bulunduğu teknenin dümeninde de kimse olmazdı …
25.07.2018
Delici bir baş ağrısı, yakasını bir türlü bırakmıyordu. Yazamıyor, yazamıyordu. Yazmak şöyle dursun, düşünemiyordu. O da bunun üzerine bunları yazmakla yetinmeye karar verdi bugünlük. Yine de kendisini yenemeyerek şunu sordu: Düşünemeyen hissedebilir miydi?
24.07.2018
Bir trambolinde zıplamak… Hiçbir şey onu o kadar mutlu etmezdi. Sanki bedenini bir yere emanet edip ruhuyla sonsuz görünen bir seyahate çıkardı tramboline bindiğinde. Zaten her inişinde bir de bakardı ki bedenindeki gözleri ıpıslak… Üstelik kontrollüydü de. Olimpiyatlara girse derece alırdı. Ne önemi vardı ki bu tür şeylerin? Onca tek önemli şeyler trambolin ve kendisinin bir arada oluşu, bedenin emanet edilmesi, sonra da emanetin geri alınmasıydı. Bir gün, trambolinde fazlaca kaldı ve ruhu bedenini unuttu. İşte o gün, bedeninin de tramboline resmen buyur edildiği tek gün oldu. Ve son…
23.07.2018
Gergin bir telden ne kadar farklı ses çıkabilir ki? Telli çalgıların çok sesli olmasının nedeni en az iki telli olması. Ağız kopuzunda tek tel var; ama onun da kenarlarında telden biraz kalın olsa da tele çarpıp titremesini sağlayacak iki parça var. Yani bir telden bir tek ses çıkar ve o tel bir çalgıyı oluşturamaz… Ne var ki, ben rüyalarımda bir tek telden istediğimi çalabileceğim bir çalgı olarak yararlanmaktaydım. Bir tek, incecik telden… Dümdüz, en ufak bir pürüzü ya da fazlalığı bulunmayan, yaklaşık otuz santim uzunluğunda bir telden… Hafif paslı görünen ama pas kokmayan bir telden… Arkadaşımla konuşarak yürürken; tam söylediğim …
22.07.2018
Küçük bir köpek yavrusunun viyaklamalarını duyduğunda, otobüsten henüz inmişti. Evine doğru yürüyecek yaklaşık yirmi dakikalık yolu kalmıştı. İki elinde de yaptığı alışverişten aldıkları bulunmasına rağmen sese yöneldi. Yavru bir köpek, bir ağacın altında öylece kıvrılmış inliyordu. Elinde torbalar vardı. Köpeğe yardım edemezdi. Etmedi. Ölüme yaklaşmışken; belki de bir saat sonra ölecekken; hayatını bir film şeridiymiş gibi zihninde çevirirken; tam o sahnede hayıflandı. Keşke elinde torbaları varken sese doğru gitmeseydi.