27.07.2020

Elindeki patates filizlenmişti. Torbadaki tüm patatesler filizlenmişti… Zehirlenme riskine rağmen onları kullanması gerekiyordu. Kendisi ve bebeği için… Başka yiyecek hiçbir şey yoktu çünkü. Bir şeyler bulacak gücü ya da bebeğin zamanı da yoktu. Birkaç dakika sonra ölmesi mümkündü. Bu filizlenmiş patatesler onu birkaç dakika daha yaşatacaksa, sonra öldürse bile, öyle olsundu. En azından elindeki her şeyi kullanmış olurdu. Patateslerin hepsini filizlerinden arındırmaya özen gösterse de; bunun pek işe yaramayacağını biliyordu. Onları haşlamak için tencereye koydu. Sonra ezip püre yapacak, bebeğine yedirecekti. Çok az bir kısmını da kendisi yerdi belki. Daha sütten kesilmemesi gerekirdi yavrusunun. Diğer dört çocuğunu birer yıl emzirmişti. …

Okumaya Devam Et

26.07.2020

Kendi kendisine bir şeyler mırıldanırken ne kadar da huzurlu görünüyordu. Sakin… Kirpiklerinin mırıldandığı şarkının melodisine uygun kıpırdanışı, sessiz bir enstrümanı, kirpiklerini, şarkıyla birlikte çaldığını düşündürtüyordu insana. Sanki kirpik kıpırtılarının sesini işitebilen bir canlı için icra ediyordu. Keşke ben de onları işitebilseydim! Derin bir sesi vardı. Mırıldanırken etrafındaki havayı hafifçe titretecek kadar pes… Genelde bir iş yaparken mırıldansa da şimdi bacak bacak üstüne atmıştı. Gür kaşlarından etrafı seyrediyordu sadece. Nasırlı ellerini kavuşturmuş, onları gözlerimden uzaklaştırmış olsa da her birinin yerini çok iyi biliyordum. Minnacık bir kedi, ayaklarının dibine gelip kucağına tırmanmaya başladığında, işini kolaylaştırmak için vücudunu kedi açısından konforlu bir duruma …

Okumaya Devam Et

25.07.2020

Bir arşivciydi o. Her şeyi arşivler, arşivlediği pek az şeyi deneyimlemek için, yani öylesine incelerdi. Herhangi bir şeye arşivlemek amacıyla bakmakla onu yaşamak için sindirmeye çalışmak arasında çok fazla fark vardı. O ise bunlardan sadece biriyle ilgileniyordu. Bir gün, bir yerde küçük bir çocuğun dayak yemesine ve hiçbir şey yapmadan, kendisini bile savunmadan içini çeke çeke ağladığına şahit oldu. O an içindeki sürüngen uyanıverdi. Arşivlemek aklına bile gelmedi. Çocuğu kurtardığında, arşivlenecek bir de insana sahip olduğu anlaşılmıştı. Çocuğun sahip olduğu bir aile yoktu çünkü. O andan itibaren arşivlemek tamamen önemini yitirdi. Önemli bir şey bulduğu içindi belki. Arşivleme çabası da …

Okumaya Devam Et

24.07.2020

Burası öyle kapitalizmin o iğrenç sosuna bandırılmış, pis kokan bir tema park değildi. On bilim insanının, dişinden tırnağından arttırdıkları paralar sermaye yapılıp kurulmuştu. Her oyuncak, kenar mahallelerin küçük işlerle karın doyuran tornacılarının el birliğiyle yapılmıştı. Burada öyle hızlı geçiş bileklikleri, gürültülü anonslar, devamlı tekrarlayan saçma sapan, insanı aptal yerine koyan bant kayıtları olmazdı. Hayvanların safarilerde öldürülmesi söz konusu dahi edilemezdi. Burada onlar sadece merak konusu edilebilir, merak denilen o bükülmez yayın vurabileceği oklarla vurulabilirlerdi ancak. Burada korku yoktu. Korkunç görünümlü bir böcek bazen size sakız ikram edebilirdi buranın sınırları içerisinde. Öyle her tarafta şipşak fotoğraf çeken budalalara verilecek bir kuruşları …

Okumaya Devam Et

23.07.2020

Bir türlü doyamadığım, muhtemelen bağımlılık yapıcı milyonlarca katkı maddesi konulmuş bir abur cubur gibiydi. Paketinin çıkarttığı sese kurulmuş gibi ayak seslerine kurulmuştum. Ayak sesleri geldiğinde ellerim kulaklarım kaşınmaya başlıyor, nefesim hızlanıyordu. Evet! İşte paket açılıyordu! İşte yaklaşıyordu! Koku… Koku… Bir cümleyle başlıyordu söze doğal olarak. “Merhaba” Çoğunlukla böyle selamlıyordu. Paketin ikinci katmanı açılıyordu. Aslında bu abur cuburda bir paketin içinde paketlere sarılı birkaç çikolata vardı ve ilki açılıyordu. Onu ben açıyordum. “Merhaba,” diyordum gerisin geri. Açılan paketin içinden bu kez paketle kokusu maskelenmemiş hâliyle alabiliyordum kokusunu. “Bugün nasıldı?” diye soruyordum. Dilimi uzatıp; şöyle bir tadına bakıyor, yokluyordum aynı mı tadı …

Okumaya Devam Et

22.07.2020

Bir perdeciydi; ama dükkânındaki tüm perdeleri kendi yapıp satardı. Zaten ufacık bir yerdi burası. Genelde ucuz işler yapardı çünkü yoksul bir halkı vardı bulunduğu çevrenin. Yine de elinden geldiğince kaliteli yapardı her şeyi. Korniş, kumaş, tasarım… yaptığı işin teker teker her bir aşaması kaliteliydi. O gün, varlıklı bir adam çalmıştı kapısını. “Hiçbir şeyi görmemiş, evin dışına hiç çıkmamış, doğru düzgün televizyon bile izlememiş bir oğlan için bir odayı kaplayacak, resimlerle dolu bir perde yap bana,” demişti yarı buyurgan, yarı yalvarır bir tavırla. O da başlamıştı. En tepeye bir güneş kondurmuştu önce. Sonra her şeyden birer tane yapmak üzere, değişik çiçekler, …

Okumaya Devam Et

21.07.2020

Büyük bir olay olmadan önce şu kapı kapanmalıydı. En azılı suçluların kapatıldığı hapishanenin kapısı, bir sabah yok olmuştu. Menteşelerine kadar çalınmıştı. Bunu fark eden gardiyanlar ve polisler kapının önünde bekliyorlardı. Sonra halk oraya akın etmeye başladı. Suçluları linç etmek istiyorlardı. Aklı evvel bir gazetecinin haberinden öğrenmişlerdi kapının yok olduğunu ve adaleti sağlamaya geliyorlardı güya. Suçlular ise bir yerlere sinmişti, bekliyorlardı. Dünya değişmişti onlar için artık. Hapishane bir tür sığınak olmuştu. Belki yarın öbür gün, kapı yerine gelirse… Kalabalık yüzünden yeni bir kapı bile yapılamıyordu. Her şey unutulana kadar böyle bekleyeceklerdi. Oysa unutulmuyordu. Her geçen gün kalabalık artıyordu. Çaresizlik insanları kendisine …

Okumaya Devam Et

20.07.2020

Bir yelkenden kesilmiş bir parça bez… Köylerinden bir gurbetçi olur da ona ne istediğini soracak olursa, her defasında bunu isterdi yaşlı adam. İnsanlar bunu bildikleri için devamlı sorarlardı ve her defasında aynı yanıtı alır, buna her defasında bir ağızdan gülerlerdi. İhtiyar ise her sorunun ardını beklerdi. “Belki,” derdi. Belki bu kez gerçekten de birisinin aklına gelecek, bir şekilde ona bir parça da olsa getirecekti. Tercihen bir kefen boyu istemişti hep. Her zaman tembihlerdi. Hiçbir gemide ya da teknede kullanılmamış, yepyeni bir yelkeni, katiyetle istemiyordu. O, denizin tuzlu serpintileriyle doyurulmuş, delişmen rüzgârıyla gerilmiş bir bez istiyordu. Köyündeki traktör ona hiçbir zaman …

Okumaya Devam Et

19.07.2020

Dudağından mıdır, dişinden midir, damağından mıdır, dilinden midir bilinmez; ıslık çalarken çok farklı bir ses çıkartırdı. Gümüşî bir ses… Beni de o sesle kendisine aşık etmişti zaten. Taksi çağırırken bile, bir flütten çıkarcasına temiz çıkıyordu; ama keskin çıkıyor, farklı bir şekilde de olsa dikkat çekiyordu. Islık çalarak bir sürü şey anlatabiliyordu. Oysa konuşmayı pek sevmezdi. Fazlasıyla okur, az konuşur, okuduklarının felsefesini ya da uygulamasını bile ıslıkla yapardı. Hatta uyurken bile, bana ninni söylemeyi amaçlarcasına horlarken ıslık çalar, kronik uykusuz olan beni dahi uyuturdu. Ölmüştü… Cenazesinde meymenetsiz, patavatsız ve kıskanç bir akrabası söylemişti yüzüme. “Hatırlıyor musun, hayatı boyunca ıslık çalmaya çalışırdı …

Okumaya Devam Et

18.07.2020

Bir sıkıntısı mı vardı acaba? Devamlı yürüyordu bir ileri bir geri. Ne düşünüyordu? Sorup sormamayı çok düşündüm. Sormamaya karar versem de gözüm sürekli ona takılıyordu. Derdini sormak yerine, dükkânımın önünden çekilmesini, başka bir yere gitmesini söyledim. Ertesi sabah kalkar kalkmaz ilk aklıma gelen şey oydu; ama onu bir daha hiç görmedim. Şimdi düşünüyorum da; meselâ o Boz Atlı Hızır olsa, kesin gözünden düşmüş olacaktım. Sınavı kaybetmiştim. O delikanlı Boz Atlı Hızır olsa da olmasa da…

Okumaya Devam Et