Dinozor Nuro, yani namı diğer Nurullah ile üniversite hazırlıkta tanışmıştık. O yaşta apak kesilmiş saçları, hâlâ orolet içip her fırsatta tavla atması, bir de her nedense her fırsatta dinozorları yok eden göktaşından dem vurması yüzünden ona her anlamıyla dinozor derdik. Hatta çoğu zaman Dino Nuro. Tavlada mars olduğunda cankuntaran efekti gibi yapardık.
“Di-no-nu-ro-di-no-nu-ro-di-no-nu-ro….”
Küplere binerdi bizim Dino o zaman.
Hey gidi Nuro hey…
Çaydı kahveydi asla ağzına koymamıştı, koymazdı… Varsa yoksa oraletti onun için içecek namına. Ya da çok çok nadiren gazoz.
Takıntılıydı. Eskiye takıntılıydı kardeşimiz. Tarih okuması hiçbirimizi şaşırtmamıştı o yüzden.
Nuro’muzun elinden her türlü tamirat işi de gelirdi. Arabadan çamaşır makinesine, radyodan telefona kadar…
Hâlâ, bu zamanda, ericson telefon kullanırdı.
Araba, dendiğinde aklına sadece vosvos gelirdi. Elden düşme bir vosvos bile bulmuştu nasıl yapmışsa. Onu yenilemeye çalışıyordu ve gayet başarıyordu bu işi.
Hem de bir krikosu bile olmadan. Bizim de yardımımızla levyeyle kaldırıyordu arabayı.
Ta ki, elim bir kazayla, tıpkı bir göktaşının altında ezilen bir dinozor gibi, vosvosun altında ezilene kadar…
Sonuna gelince, ne oldu ya dedim.