Teselli edildikçe ağlarsın derdi. Kim mi? Bilmiyorum. Biri demiştir ki içimde yankılanıyor. Hiçbir şey yoktan var olmaz öyle değil mi?
Ben de ağlamamak için teselli edildiğimde reddetmeye, acımı yadsımaya çalıştım hep. Eğer biri beni teselli etmezse ağlamazdım. Bu kadar basittir diye düşünmüştüm.
Öyle değilmiş tabii. Olay teselli edilme meselesinden çoktan çıkmıştı. Zaaflarımı belli etmeme meselesine kadar varmıştı iş. Öyle ki, hissedilen her şeyin bir zaaf olduğu safsatası işgal etmişti zihnimi ve gitmiyordu. Tüm hislerimi talan etmiş, hâlâ talan edecek şeyler bulduğu için bir parazit gibi zihnimi kendisine yuva bellemişti.
Bunu nasıl mı anlamıştım?
Tabii ki bir kayıpla. Her şey kaybedilerek anlaşılmaz mı zaten.
Doğarsın ve ilk anneni kaybedersin. Basarsın yaygarayı…
Sonra da gelsin kayıplar gitsin kayıplar.
Ben onu kendi çabamla bulup ikimizin ortak çabasıyla bir şeyler inşa ettikten sonra kaybetmiştim. Yok yok, kaybetmek kazara olan bir şeyi çağrıştırıyor. Ben o kadar aptaldım ki, onu itmiştim. Parazit sağ olsun…
Burada ironi yaptığım anlaşılmıştır değil mi? Ne olursa olsun, bir kestane kurdunu kazayla yediğinde tadı ve kokusu kestaneye benzer biraz. Yani parazit besinini benden aldığından benim fikirlerimle onunkiler pek de farklı değildir.
İşte o kaybım sayesinde bunları fark ediyorum şimdi.
Kayıplar kazancı doğurursa hâlâ kayıp mıdır peki?