Kendimi modern bir ulak olarak düşünmek çok hoşuma giderdi. Öyleydim. Bir postacıydım. Bisikletimi kullanarak insanlara her gün bir sürü şey iletirdim.
Bilmediğim yer yoktu. Bisikletim sağlamdı. Birçok antik ulaktan tek farkım, ilettiğim mesajların içeriklerini bilmiyor oluşumdu. Ama ya öğrenecek bir fırsatım olursa? Bir abrakadabrayla yapılacak iş değildi belki ama teknolojiyle neden olmasındı?
Bu fikir zaman içinde bir tür takıntı olmaya başlamıştı. Bir lise mezunu olsam da kendi kendimi yetiştirmiş, bir şekilde mektupların geçeceği merdaneli bir kutu biçiminde bir tarayıcı yapmıştım. Tek başıma. Bu şekilde, zarflara hiçbir şey olmadan içlerindeki yazı taranıyor, telefonuma aktarılabiliyordu.
Çoğunlukla dağıtmak için aldığım her mektuba bakmıyordum. Çoğu resmi görünüşlüydü. Onları merak etmiyordum. Diğerlerini, özel olanla ilgimi çekiyordu.
Genel olarak eski tarz düşünen insanların romantik mektuplarını okuyabiliyordum. Ya da çözmek için uğraşmaya zahmet etmediğim şifreli mektupları…
Ama bir gün, onun mektubu geçti elime.
Rastgele bir adrese gönderilen bir intihar mektubuydu. Kendi adresini doğru yazmış mıydı bilmiyordum ama adres yakınlardaydı. Gidip bakabilir, kim bilir, onu kurtarabilirdim. İntihar etmemek için ikna edebilirdim.
Bisikletimin vitesini gevşetip düz yolda yağ gibi kayarak kapısına gittim.
Kapı açıldığında, on sekiz yaşlarında bezgin bir kız görünmüştü. Yüzündeki ifade sıkkındı. Belki intihar edeceği dakikaları uzattığım için.
Durdum. Bu kızı nasıl engelleyebilirdim? Ne diyerek? Aklıma hiçbir şey gelmedi. Ben de adrese hiç ulaşmasa da bana ulaşan, açılmış mektubu ona iade edip gerisin geri apartmandan çıktım.