Kadının biri, tekinsiz, alçak bir sesle gülmekteydi. Gülüşünün tekinsiz olduğunu düşünmemin sebebi, devamlılığıydı. Devamlılığı ve aynılığı. Bu aynı zamanda ruhsuz olduğunu hissettiriyordu bana. Sanki ruhu alınmıştı ve gülme eylemi, elinde kalan tek şey olmuştu. Yüzünde güldüğüne dair hiçbir ifade yoktu. Aslında hiçbir ifade yoktu. Dudakları kapalıydı gülerken. Belki de bu da gülüşüne tekinsizlik katan şeylerden biriydi.
Ona öylece baktığımı gören bir esnaf yanıma yaklaşıp:
“Deli işte, her zaman böyle bu karı, bakma sen ona,” dedi sesini alçaltmaya bile gerek görmeyerek.
İşte… Kadının sesinde bir şeyler değişmişti bunu duyunca. Demek ki farkındalığı vardı çevresine dair. O kesintisiz sesinde hafif bir duraksama olmakla kalmıştı bu değişim; ama değişim değişimdi. Acaba ben mi uydurmuştum? Zannetmiyordum. Yine de test etmekte bir sakınca görmediğimden esnafa karşılık vereyim dedim.
“Böylelerinin yaşamaya devam etmemesi lazım aslında kardeşim! Hem bize yazık, çoluk çocuğu korkutuyor; hem de… ona yazık, rezil oluyor böyle buralarda.”
Daha fazla duraklamıştı bu defa. Göz göze geldiğimizde de kinle bakmıştı bir an gözlerimin içine. Sonra da hemen kaçırmıştı gözlerini iğrenmişçesine. Sonra da o tuhaf gülüşüne devam etmişti. Onu denemek için sarf ettiğim bu cümleden utanmıştım. Esnaf adam bile tuhaf tuhaf bakmıştı bana. Ne var ki utanmamın nedeni bu değildi. Söylediğim şeyi gerçekten kastettiğimi fark etmemdi.