Başım ağrıyor!
Omuzlarıma yaşanmamış bir hayatın yükü binmiş gibi ağrıyor hem de. Şimdiden yaşlandım bile. Çoktan yaşlanmıştım. Ama beni yaşlandıran yıllar değildi, hayal kırıklıklarıydı. Bir şey beklemezken nasıl bu kadar hayal kırıklığına sahip olabildiğimi hiç anlamıyorum. Ama elimde değil. Sadece mesele neyin doğru neyin doğru olmadığını anlayamamak herhalde… Oysa bunu anlayabilmeyi bile beklemiyorum ki. Hep derler, beklentidir hayal kırıklıklarının sebebi diye.
Hayır, ben hiçbir şey beklemeden böyle aptal aptal dikiliyorum. Ya da daha doğrusu oturuyorum.
Kalkayım diyorum. Kafam tavana çarpıyor. O tavanın orada olduğunu bilmek hiçbir işe yaramıyor. Tavan aniden alçalmış oluyor çünkü.
Adım atayım, diyorum, taban tutamaçsız bir koşu bandı gibi hızla ayaklarımın altından kayıyor.
Ben sadece tavanın yüksek, tabanın da sabit olmasını bekliyorum. Çünkü öyle biliyorum. Oysa öyle bir şey olmuyor. Bu kez de kafamı eğerek kalkıyorum yerimden. Ama tavanın sandığımdan da alçak olduğunu öğreniyorum.
Koşmaya, yere düşsem bile emeklemeye çalışıyorum, bant o kadar hızlı hareket ediyor ki, ellerim sürtünmekten ağrıyor, ayakkabılarımdan tuhaf bir koku çıkıyor ve ayaklarım ısınıyor.
Başım ağrıyor, başım ağrıyor, başım ağrıyor…