“Eskiden lüna parklar daha zevkliydi. Bu ne böyle yav! Köydeki Deli Düldül bile daha çok sarsardı beni sırtına bindiğimde. Bu mu bizi heyecanlandıracak yani? Bırak Allah aşkına çocuğum!”
Haklıydı ninem. Halbu ki teknoloji gelişmişti. Daha deli olabilirdi her şey. Daha uçuk… Oysa sadece sallanıyorduk şu an. Ani dönüşler ve ani salıntılarla kotarmaya çalışıyorlardı. Neden luna parka gitmiştik ki?
Hiçbir şey eğlenceli değildi burada.
Kendi fotoğrafımızın çıktısını almamızı öneren bir standın başında acı bir kahkaha attı ninem. Ekrandan yüzünü buruşturan bir fotoğrafını gösterip:
“Ayyy, ne güzel eğlenemiyoruz mu diyeceğiz de bu saçma kartpostalları alacağız ay ol? Eskiden dağlardan inen şelaleler alırdık kartpostal olarak. Bunlar da hiç utanmıyorlar. İçlerinde kendileri olacak ya, sıçarken fotoğrafları çekilse bile dünyanın parasını verip alırlar.”
Yine haklıydı. Benim ninem her zaman haklıydı. Dedemin gece gündüz kartal yuvalarının tepelerinden topladığı, dağ bayır keçi gibi tırmandığı için ve biraz da inatçı olduğundan “Keçim,” diye sevdiği ninemden daha iyi mi bilecekti bunlar heyecanı? Benim de yaptığım işti ha. Niye gelmiştik ki buraya. Kararımı vermiştim, buraya çocuklarımı bile götürmeyecektim.