Kestaneleri çiğ yemeyi seviyor. Pişmiş kestanelerden sanki ruhları uçup gidiyormuş gibi hissediyor. Tatları kaçmış, yapaylaşmış gibi. Sanki yapmacık bir sıcaklıktan başka bir şey olmayan bir tür huzura benzeyen; ama ilgisi olmayan bir hâle bürünüyor kestaneler piştiklerinde. Kestanecilerin yanından geçerken bunun için hep burun kırıştırıyor. “Abla,” diyor genç bir kestaneci yüzünü umutsuzca buruşturarak. “Bir tane alsana, bak ne güzel kokuyor.” Hiçbir şey satmamış galiba. Alıyor, sadece o umutsuzluğun silinmesi için. Sonra, onu elleri üşüyen ve devamlı ‘ü üü üüü’ diyerek bir horozu taklit etmeye çalışan, yaşlı bir kadına veriyor. Kadın bitmez tükenmez ‘ü üü üüü’lemesine kestaneleri elinde tutarak ellerinin ısınması ve …