01.04.2020

“Merhamet,” dediğiniz şey o kadar kolay bir şey değildir beyler. Göstermelik bir çift sözle ya da yardımla olacak şey de değildir. Biz kadınlarda çoğunlukla doğuştan olan, zorbalıkla köreltilebilen bir şeydir. ‘merhamet’ sözcüğünün köklerinden türetilmiştir, sadece bizlerde bulunan bir organ. Sizler, beyler, sadece almayı bildiğinizi düşünürsünüz. Böyle düşünmek işinize geldiğinden… Biz de verdiğimizi zannederiz. “Almak” ancak kendinize çok yakıştırdığınız zorbaların işidir çünkü. İşe yaramaz ya da eksik olduğunuzu düşünmemenizi ancak böyle yaparak sağlayabilirsiniz. Oysa öyle değilsinizdir ki. Sadece doğuramıyorsunuz. Yalnızca bizimle olmadığınızda kendinizi eksik hissediyorsunuz. Bilmiyor musunuz ki bizler de sizden uzak olmaya dayanamıyoruz? Evet, doğurabiliyoruz… Ne olmuş yani dünyaya üzerinde …

Okumaya Devam Et

26.03.2020

Yıllar, yıllar önceydi. Dünyanın kurtarılmaya ihtiyacı vardı ve tek kurtuluş onun sihirli elleriydi. Evet, bir adam değildi o. Evet, bir ‘kahraman’ da denemezdi ona. Yine de; sadece onun ellerinde şekillenen bir kurabiye hamuruyla ve yaptıklarını sadece o yediğinde kurtulabilmişti kocaman dünya. Dünyanın ihtiyacı olan ne varsa, küresel ısınmayı engelleyen, havayı temizleyen bir ağaç; ya da plastikleri toplayıp yiyen bir kurtçuk sürüsü yapıyordu yine kendi elleriyle yaptığı kurabiye hamurundan. Ya da poğaça… Fark etmiyordu. Bazen virüsleri toplayıp çeken bir elektrik süpürgesi yapıyordu; bazense ekonomimizi destekleyen bir sürü para… Hepsini yiyordu ve dünya düzeliyordu. Havadan para geliyordu bankalara; ya da denizdeki plastikler …

Okumaya Devam Et

15.03.2020

Kestaneleri çiğ yemeyi seviyor. Pişmiş kestanelerden sanki ruhları uçup gidiyormuş gibi hissediyor. Tatları kaçmış, yapaylaşmış gibi. Sanki yapmacık bir sıcaklıktan başka bir şey olmayan bir tür huzura benzeyen; ama ilgisi olmayan bir hâle bürünüyor kestaneler piştiklerinde. Kestanecilerin yanından geçerken bunun için hep burun kırıştırıyor. “Abla,” diyor genç bir kestaneci yüzünü umutsuzca buruşturarak. “Bir tane alsana, bak ne güzel kokuyor.” Hiçbir şey satmamış galiba. Alıyor, sadece o umutsuzluğun silinmesi için. Sonra, onu elleri üşüyen ve devamlı ‘ü üü üüü’ diyerek bir horozu taklit etmeye çalışan, yaşlı bir kadına veriyor. Kadın bitmez tükenmez ‘ü üü üüü’lemesine kestaneleri elinde tutarak ellerinin ısınması ve …

Okumaya Devam Et

16.02.2020

Farklı bir insanı seviyor o. Son derece ilginç bir adam. Diğerleri gibi değil. Diğer adamlar ve diğer kadınlar gibi olmak istese de mayasında bambaşka bir şey var. Bambaşka bir tür tutku… Tıpkı kendisi gibi. Onu bulması kolay olmamış. Sevdiğini anlaması da… Ayrılmak da hiç kolay olmayacak; ama olmalı. Ayrılmalılar… Birbirlerini değiştirmeden; normalleşmeden derhal ayrılmalılar. Belki, kendi başlarına değiştiklerinde bir daha bulurlar birbirlerini…

Okumaya Devam Et

29.01.2020

Kitabın sayfalarına nazaran kalın ve parlak arka kapağını bıraktığımda içim bilmem kaçıncı defa burulmuştu. Onu özleyecektim. Sanki bu kez daha fazla, daha derinden özleyecektim. Onun yerinde olabilirdim. Öyle birisi olarak yaşayabilirdim. Onun gibi olmamam için geçerli hiçbir sebebim yoktu. Cinsiyetlerimiz aynıydı. O da ayrıcalıksız olan cinsiyete mensuptu benim gibi. Cüsselerimiz, boylarımız, inançlarımız, konuşma tarzlarımız… aynıydı. Aramızda çok az fark vardı. Adlarımız, yaşadığımız toplum, etrafımızdakiler… Bir dakika, etrafımızdakilerin bir kısmı benzer türde insanlardan müteşekkil sayılabilirdi. Onun hayatında önemli olan birkaç kişi benimkilerden fersah fersah farklı olsa da. Ne var ki. Yine de bu durum mızmızlanmam için yeterli bir bahane değildi. Dünyasına …

Okumaya Devam Et

15.01.2020

Ellerime krem sürmekten hiç hazzetmesem de o rica edince kıramamıştım. Ayyy! Hem de yapış yapış vazelindi sürdüğüm krem. Bu farklı kokuyormuş, o çok seviyormuş. Biraz farklıydı; ama elimi bulaştırmaya değecek kadar güzel kokmuyordu. Şu ana kadar kokladığım hiçbir krem öyle değildi. Ellerimi yıkasam geçmeyecekti. Of! Sonra elimi tuttu. Bunu hep beklemiştim. Kaç yıldır hem de; ama onu hissedemiyordum bir türlü. Elimdeki kremin iğrenç kalıntısı her şeyi maskeliyordu. “Bak, gördün mü, beni sevmiyorsun işte.” “… Ne?” “Kremden nefret ettiğini bilmiyor muyum sanıyorsun?” “Beni mi sınadın sen yani şimdi?” “Seni o kadar çok seviyorum ki!” “Emin olmak istedin…” …” Bir küfrederdim ama; …

Okumaya Devam Et

26.12.2019

Bir kavgaya şahit olmamıştım daha önce. Yani bu kadar yakından değil. Bıçaklar uçuşuyordu ve insanlar kükrüyordu, düşünsenize! Benim gibi bir kadın, evinde annesiyle,; yoğun bir sessizlik ve beğenmezlik bulutunda ikamet eden, ellilerini süren, hiç evlenmemiş bir kadın, üç erkeğin kavgasını yakından, çok yakından izliyor. O erk, o kendini tutmadan saldırma özgürlüğü, o sakınmaksızın kanama cesareti… İmrendim! Gerçekten imrendim… Sonra bir baktım, ben de karışmışım kavgaya. Bir an seyretmekte, bir sonraki an kavga etmekteydim. İşte, bir bıçak artık elimdeydi. “Ah!” Bıçak yumuşak bir şeylere batmıştı.! Bıçak, bıçağım, birisini öldürmüştü. Yetmemiş miydi? Ayakta iki kişi daha vardı ve bıçağım açtı…

Okumaya Devam Et

25.11.2019

Soğuk bir makinede çarpıyordu. Yaşamaya çalışıyordu ama ne bir şey pompalayabiliyordu ne de ısınabiliyordu. Zaten eğer sıcak kanı pompalayabilseydi ısınabilecekti. İşini yapamadığı için üşüyordu. Ne oluyordu? En son yaşadıklarını hatırlamaya çalıştı. Bir çocuğun isteği üzerine bir yere gitmişti. Çocuğu tanımıyordu; ama sokakta yaşayan bir çocuk olmalıydı. Üstü başı perişandı ve kokuyordu çünkü. Çocuk ona “Bir kediyi kurtarmak ister misin?” diye sormuştu. O da tabii ki onaylamıştı. Neden istemesindi ki? Bunun üzerine çocuk onu önüne katmış ve kendisinin aksine tertemiz bir yere götürmüştü. Onu derken; bir parçası olduğu kadını… Ameliyathane gibi bir yerdi burası. Çocuktan başka kimse yoktu. Ve masada yatan …

Okumaya Devam Et

18.03.2019

“Nedensiz bir mutsuzluk var içimde. Bir tür yorgunluk… Ümit yorgunluğu diyebilirim. Ümit etmekten mi yoksa edememekten mi yorulduğumuysa söyleyemem; çünkü bilmiyorum. Yorgunum bugün. Muhtemelen yarın da böyle olacak. Sadece daha az hissedebilme ihtimali var. Duyarsızlaşma gibi bir şey. Sadece mutlu olduğumda, mutlulukla ruh hâlim değiştiğinde hissedebiliyorum bu yorgunluğu; çünkü duyarsızlaşmadan çıkmış oluyor ruhum bir anlığına. Tekrar hissedebiliyorum, mutluluğu hissediyorum; ama kısa sürüyor tabii. Belki bir gün… O gün kısa sürmeyecek mutluluğum belki. Umut edebiliyor olacağım; ya da bundan, umut etmekten vazgeçmiş olacağım. Belki de; mutsuzluğumu, yorgunluğumu bir insana söylediğimde, onun beni rahatlatabildiğinde geçecek her şey. Sözleriyle değil belki. Sadece varlığıyla… …

Okumaya Devam Et

04.03.2019

Not: (Taksim’de, İstiklal Caddesi’nde lavanta satan yaşlı bir kadın vardı bir zamanlar. Hala oralarda mı bilmemekle beraber, ona bir hikayeden işlenmiş bir pelerin dikmeye karar verdim.) Her gün olduğu gibi, o gün de yaşlı kadın elinde lavanta keseleriyle dolu bir sepet olduğu hâlde İstiklal Caddesi’nde bir kenarda durmaktaydı; ama bu kez her günden bariz bir fark vardı. Yaşlı kadın, diğer elinde katlı bir tripod tutmaktaydı. Omzuna asılmış deri bir çantada da bir alet bulunuyordu. Deri çantanın dışı çok yumuşaktı. El yapımıydı sanki. Yani bazı teknolojik aletlerin tutulduğu kaliteli deri çantalardan değildi. Kadın tripodu kurup çantanın içinden tuhaf bir alet çıkarttı …

Okumaya Devam Et