“Habil’in Kanı ha? Bu bitki her yerde bulunmaz kızım. Bulmak hiç kolay değildir. Çok büyük bir dağın zirvesinde, büyük bir kayanın altında bulmuştum bir zamanlar. Belki hâlâ orada bitiyordur. Belki… O dağın yerini sana tarif edebilirim, kayayı da işaretlemiştim. Üzerine bitkiyi oymuştum. Eğer kış kıyamet silmemişse oradadır.” Gide gide bir kasabaya gelmiş, kahvede, eski bir peykeye yığılmış yaşlı bir adamdan işitmiştim bu sözleri. Onun tarifine uyup yola çıkmıştım. Onu arıyordum çünkü. İşime yarayacak tek şeyi… Habil’in Kanı’nı. Ancak efsanelerde duyulmuştu bu bitkinin adı. Hiç gören olmamıştı. Onu gören bir tek kişiye rastlamıştım, dermansız o yaşlı adama… Belki de şimdi yaşamıyordu. …