Çaresiz hissediyordum. Kararsız, yorgun…
Umutsuz hissediyordum. Yenilmiş, yalnız…
Kendimi yenilemek, buna bir son vermek için ne yapacağımı bilmiyordum.
Ne yapabileceğimi bilmemeye bir son vermek istiyordum.
Bunun için bir şey yapamayınca ben de hiçbir şey yapmamayı seçmiştim. Hiçbir şey hissetmemeyi… Bunun için de beynimi uyuşturan şeyler kullanıyordum ama bu şeyler ruhumu uyuşturamıyordu ve ben acı çekmeye devam ediyordum.
Acı çekmemek için yapmam gerekeni bilseydim! Keşke bilebilseydim!
Şu masallardaki ak sakallı adamın gelip; bana:
“Eğer kurtulmak istiyorsan Kaf Dağı’na gitmeli ve …” demesi, benden imkansız birtakım şeyler istemesi için neler vermezdim!
Masallar kolaydı. Bir yol vardı, çizilmişti yani. Yapman gereken şey çizilmiş olan yolun çizgilerinden gitmekti. Çizgilerin ne kadar karmaşık olduğunun bir önemi yoktu. nasıl olsa bir şekilde halledilirdi.
Oysa dümdüz bir kağıtta yolunu şaşırabilirdi bir kalem. Yamulabilir, zikzak çizebilirdi.
Madem öyleydi, önce çizgileri ben kendim çizmeliydim. Kendi sakallı adamım olmalıydım. Kendi ak sakalımdan bir tüy kalem yapmalı, gözyaşımı ve terimi mürekkep etmeliydim.
Kararlıydım…
Ertesi gün olduğunda da ben hayatıma aynı kararlılıkta, hiçbir şey olmamışçasına devam ettim.
Kararlıydım…