Kaynar suya bir avuç biberiye attı. Uykusunu getirecekti biberiye. En azından o öyle umuyordu.
…
Tabii ki hiçbir şey olmamıştı. Her zamanki gibi… Denediği her şeyde olduğu gibi…
Gece gündüz uyumuyor, ara sıra daldığı on beş-yirmi dakikalık uykularla yaşıyordu. Kişiliğindeki dengesizlikleri artık herkes kanıksamış olmasına rağmen o bunu değiştiremediğinden bu durumdan fazlasıyla rahatsız oluyordu. Her şeyi unutuyor, hemen hemen hiçbir şeyi kolay öğrenemiyordu.
Ezan sesi gibi aniden yükselen sesleri duyduğunda ürküyor, bir müddet etkisinden kurtulamıyordu. Dükkanların önlerinden geçerken gürültülü müzikler duyarsa ya kaçmaya başlıyor; ya da oracıkta donakalıyordu.
Velhasıl, uyuyamıyor ve bunun acısını şiddetle çekiyordu.
Bir gün, bir fabrikanın dibinde nasıl olmuşsa sağ kalmış, dalları yamru yumru, ölmek üzere olan bir ağacı görüp yanına gitti. O da uyuyamıyor olmalıydı kendisi gibi. Öyle hissediyordu. Ağaçlar uyur muydu bilmiyordu; ama öyle inanmak, öyle düşünmek istiyordu. Bunları düşünürken; ağaca dayandığı yerde, öylece uzun bir uykuya daldı. Kimse de onu uyandırmamıştı. Uyandığında ağaca minnetle sarılıp; yepyeni bir enerjiyle, tazelenmiş olarak oradan ayrıldı.
Uykusuzluk yine baş gösterdiğinde, o ağacın yanına tekrar gidip ona yaslandı ve uyuyakaldı.
O uyudu…
Ağaç kurudu…
O uyanmadı…
Ağaçta yaprak kalmadı…
İki ölüm yoldaşını, birbirlerinden kimse ayıramadı…