18.02.2020

Bir ağacın çiçeklerini yemek için duraksıyor. Bitkiler hakkında hiçbir bilgim olmadığı için ağzım açık bakakalıyorum. Onlar sadece bitki benim için. Görmezden geliniyorum. Hiçbir şey olmamış gibi yürümeye devam ediyor. Sanki ağaçtan çiçek toplayıp yiyen benim. Sonra devrilen bir mama kabını düzeltiyor ve bunu yaparken neredeyse durmuyor. Ben de durmuyorum. Bir mama kabı da hemen önümde devrilmiş duruyor. Ben de onu düzeltiyorum; ama hareketlerim sarsak olduğundan eğilirken tökezliyorum. Yine de o kadar kötü değilim. Artık yerdeki kapları görünce devrilmişlerse düzelteceğimi biliyorum; ama bu sadece bir taklit. İçimden gelerek yapsaydım… Hiç dikkatimi çekmedi ki… Sonra boş bir su kabı görüyorum. O davranmadan …

Okumaya Devam Et

25.01.2020

Yukarı doğru uzattı kollarını. Omuz başları acısa da devam etti. Ayakuçlarına bastı. Uzandı… Ağacın dallarına sıkışmış kumaşı kurtarmaya çalışıyordu. Olmuyordu. Ağaca da dikenli dallardan ötürü yanaşamıyordu. Aynı nedenle tırmanamazdı da. Kumaşın neye benzediğini seçemiyordu ama rengi harikaydı. Mavi ve sarının yanında çok hafif kırmızının da olduğu türden bir tür yeşil… Dikişten iyi anlardı. Onu keser, biçer, bir şekilde istediği hale getirirdi mutlaka. Zıpladı ve görece az dikenli bir dala tutunmaya çalıştı. Olmadı. Bir daha denedi, olmadı. Bir daha… Bir daha… Sonunda kalın bir dala tutunabildi. Bu kez de bir eliyle kendisini birazcık çekmesi gerekiyordu. Oldu… Kumaşa diğer eliyle ulaşmıştı. Onu …

Okumaya Devam Et

11.12.2019

Aynı apartmanda olup birbirleriyle hiç temasa geçmemek son derece doğal şimdilerde. Oysa bu apartmanda hiç de değil. Aslına bakarsanız burası bir site. Güvenlikli, havuzu bulunan, marketi olan, birkaç bloktan oluşan, hatta bir spor salonunu bile içinde barındıran bir site… Normalde böyle sitelerde bulunan insanlar birbirlerinden izole yaşamayı tercih eder. Burası farklıdır. Mutlaka bir sebebi vardır bu farklılığın; ama ben bilmiyorum. Her yerden haberdar olamayan bir ağacım ben çünkü. Hatta söylemesi çok zor; ama ağaç bile değilim. Bir şimşir çalısıyım. Bir balığın parçasıyken her nedense diğerleri kurudu ve yalnız kaldım. Balığın kuyruğunun bir parçasıydım; ama sadece ben hatırlıyorum bunu. Nasıl beni …

Okumaya Devam Et

02.10.2018

Kaynar suya bir avuç biberiye attı. Uykusunu getirecekti biberiye. En azından o öyle umuyordu. … Tabii ki hiçbir şey olmamıştı. Her zamanki gibi… Denediği her şeyde olduğu gibi… Gece gündüz uyumuyor, ara sıra daldığı on beş-yirmi dakikalık uykularla yaşıyordu. Kişiliğindeki dengesizlikleri artık herkes kanıksamış olmasına rağmen o bunu değiştiremediğinden bu durumdan fazlasıyla rahatsız oluyordu. Her şeyi unutuyor, hemen hemen hiçbir şeyi kolay öğrenemiyordu. Ezan sesi gibi aniden yükselen sesleri duyduğunda ürküyor, bir müddet etkisinden kurtulamıyordu. Dükkanların önlerinden geçerken gürültülü müzikler duyarsa ya kaçmaya başlıyor; ya da oracıkta donakalıyordu. Velhasıl, uyuyamıyor ve bunun acısını şiddetle çekiyordu. Bir gün, bir fabrikanın dibinde …

Okumaya Devam Et

28.07.2018

Kış mevsimi olmasına rağmen havalar son derece ılık seyrediyordu. Yine de epey yağışlıydı ve nemin olduğu her yerde olduğu gibi etrafta salyangozlar kol gezmekteydi. Onlara basıp o diş kamaştırıcı çatırtıyı ayaklarımın altında duymaktan takıntılı bir biçimde korkmaktaydım. Bir kere olmuştu çünkü. Gerçekten bir salyangozu ayağımın, o lanetli sağ ayağımın altında ezmiştim. O sert kabuğun altındaki sümüksü madde… Onu hayal etmek bile… Hayatımda hiçbir şeye acımamış olan ben, bu yaratıklara acıyordum. Bu kadar savunmasız oluşlarına. Bir tuz taneciğinin yumuşacık bedenlerini çözüverişine sözgelimi… Acımak, bana gökteki yıldızlar kadar uzak olduğundan, düşünce ufuklarıma kadar dolduruyordu zihnimi bu yaratıklar. Attığım her adımda onları düşünür …

Okumaya Devam Et

31.05.2018

Kalın, boğumlu, parlak gövdeli bir ağaçtı. Muhtemelen zeytin ağacıydı; ama meyve vermiyordu ne hikmetse. Çok yaşlı ve harap görünüyordu. Azametin ve köhnemişliğin bir arada bulunduğu bir garabetti. Haraplığı bile üzerinde ihtişamla taşıma ayrıcalığı bahşedilmişti ona sanki. İşte o ağacın kuru bir dalından oymuştum kavalımı. Çaldığım vakit sallanırdı yaprakları; ama kimse, ben ve o hariç hiçbir varlık nefesimin sesini bile duymazdı. Ben, sadece kavalın fısıltılarını işitip ona göre çalardım. O ise, duyulacak; duyulması gereken, duymak istediği her şeyi duyardı. Ne duyduğunu bilmezdim ama önemsemezdim. Benim işim çalmaktı. Çaresiz olduğum bir gün, gittim yanına, aldım elime kovuğuna gizlediğim kavalı, çalmaya başladım. Ciğerlerimle …

Okumaya Devam Et

13.05.2018

Ateşin başında otururken; düşünceleri kıvılcımlar gibi dağınık ve gelgeçti. Bir yerden başlarken başka bir yerde başka biri başlıyor, birbirlerine karışarak bir oluyorlardı. Daha onlar birleşmeden; başka bir taraftan bir başkası baş veriyordu. Bu da bir kütükmüşçesine zihnini tüketiyordu. Düşüncelerini inip kalkan kaşlarından, açılıp kapanan gözlerinden ve buruşan yüzünden okuyabilir; kah ağzından verip; burnundan aldığı, kah burnundan verip ağzından aldığı, kesik kesik nefeslerinden dinleyebilirdiniz. Antik toplumlarda olduğu gibi, onun da ocağı hiçbir surette sönmezdi. Yaktığı ateşte asla kömür kullanmazdı. Çabucacık sönse de hep reçineli ağaç kullanmayı tercih ederdi. Konu ateşe geldi mi; bir Mecusiden daha çok severdi ateşi. Ne var ki, …

Okumaya Devam Et

10.04.2018

Fotoğraf çekmek onun için çok önemliydi. Zamanı dondurduğunda damarlarındaki zafer… Bunun için en uygun anı bulup çıkardığını bilmek… Herkes çektiği fotoğrafları severdi. Dijital fotoğraf makinesi kullanmazdı. Kendi fotoğraf makinesini kendi yapmıştı. Toplamıştı demek daha uygundu aslına bakılırsa. Kileri karanlık oda olarak düzenlemişti. Yaşamak için çalışması gerekmeyeceği kadar varlıklı olduğundan, o da bunun yerine tüm zamanını fotoğraf çekmek için harcıyordu. Fotoğraf sergilerinden para kazandığı da oluyordu. Yani bu iş sadece boş zaman eğlencesi değildi. Çektiği tüm fotoğrafları severdi elbette. Ama biri vardı ki, onu tüm fotoğraflarından fazla önemsediği söylenebilirdi. Yaşlı bir zeytin ağacının geniş ve derin bir kovuğuna gerilmiş bir örümcek …

Okumaya Devam Et

29.03.2018

Kar yağıyordu. Usul usul yağıyordu. Yere düşen her kar tanesini duyabiliyordu. Bu sesler ona huzur veriyordu. Bir ağaç kovuğunu birkaç gündür mesken edinmişti. Hatta sağ olsun örümcekler bir pencere bile örmüşlerdi. Hem o yararlanıyordu bundan hem de elbette örümcekler. Ağların ısı yalıtımlı olduğunu keşfetmişti. Ya da zaten üşümemekteydi. Hangisinin geçerli olduğundan pek emin değildi. Zaten pek o kadar önemli değildi. Birkaç saat sonra, uykusunu alır almaz oradan ayrılmayı düşünüyordu. Kar tanelerinin sesi eşliğinde uyudu. Uyanır uyanmaz, tek harekette, örümcek ağını en az yırtacak şekilde kovuktan çıktı. Nereye gideceğini bilmese de; oradan ayrılmak istediğini biliyordu. Biraz yürüdü. Temiz bir su birikintisinden …

Okumaya Devam Et

26.02.2018

Öfkenin zehirli soluğu etrafımı kuşatıyor. Her şeye, herkese kızıyorum. Elimde değil. Bir an bile bırakmıyor beni. Bir an bile oksijen alamıyor hücrelerim. Evrim geçirip öfkeyle beslenmeye başladı bile hücrelerim. Tuzlu sudan tatlı suya geçip boğulmuş bir balık gibi hissederim öfke beni terk ederse. Bunu çok iyi biliyorum ve artık mecburiyetten kendimi öfke ile besliyorum. Öfkeli rüyalar görüyorum geceleri. Gülüşümün her paresi öfkenin oklarıyla donanmış… Kedilere, uçan kuşlara, sineklere; onlara öfkelenmek çok kolay, her şeye her şeye öfkeleniyorum. Bir bebek gülüyor, hatta kahkaha atıyor ve ben başımı başka yere çeviriyorum öfke ve tiksintiden. Televizyona hiç dayanamıyorum. Ya da bazen öfke rezervlerimi …

Okumaya Devam Et