03.01.2019

Küçük bir çocukken görmüştü onu. Kimsenin görmediği bir şey olduğunu anlamamıştı. Aslında farklı bir yaratık olduğunu bile fark etmemişti. Belki de konuştuğundan, diğerlerinden farklı bir insandı o sadece. Üç anteni bulunan, babasının iki baş parmağı boyundaki, incecik dört ayağı ve dört eli olan bir yaratık olduğunu ilk görüşünde fark etmişti de bunun tuhaf olduğunu sonra anlamıştı.
Onu kendisinden başka kimsenin görmediğini de yaratığın tuhaf olduğunu anlamasından birazcık daha önce keşfetmişti.
Tüm bunlara rağmen onun ne olduğunu sormamış, yaratık söylemişti.
Yaratığa göre o bir yansımaydı. Bir tür canlı eko. Kendisinin, kendi ruhunun bir diğer evrendeki yansıması…
Anlamamıştı yaratığı; ama ona ismini sormuştu hiçbir şey olmamış gibi. İsmini söylemişti. Ben.
Benjamin’in kısaltması gibi değil de; kişi zamiri olan; ama büyük harfle yazılan Ben…
Hiç ayrılmamışlardı birbirlerinden. Ben’le konuşmaya gerek bile yoktu. O anlıyordu. Hem de düşünceler zihninde şekillenir şekillenmez.
Yıllar, yıllar sonra, ölmesine birkaç dakika kala sormuştu, Ben’in neden bu evrende olduğunu. Öyle ya, o başka bir evrene ait olduğunu söylemişti. Her nedense, ancak bunu sormak o zaman aklına gelmişti.
Bu sorusunun üzerine, aralarında oldukça zamansız olan şu diyalog geçmişti:
“Sen Ben’i yanında istedin çünkü.”
“Neden?”
“Yalnızdın.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir