Hiç kimse onun gibi yemek yapamazdı. Bu kadar iddialı bir cümle sarf etmemin nedeni, yemeği onun kadar ciddiye alan birisinin varlığına inanmayışımdı. Aslında bazen ona bile inanamıyordum.
Yemek yapmayı öylesine ciddiye alırdı ki, bir şey doğrarken tahta ve plastik gibi lifli ya da zarar verici partikülleri olan malzemeler değil de obsidyen gibi taşlardan plakalar kullanırdı mesela. Kullanacağı blenderların ya da çok amaçlı mutfak robotlarının uçlarını kendi yapar, yaptığı malzemeleri çok iyi seçerdi. Yapacağı her yemeğe özel uçları kullanırdı. Bunu bile önemserdi. Nihayetinde her uç, her zaman yıkandığından buna gerek olmaz diye düşünebilirdi. Hatta böyle düşünmesi en uygun olanıydı çünkü bu doğruydu. Gel gelelim, o böyle düşünmüyor, her ne kadar her şey yıkansa da yapılan yemeklerin lezzet hafızalarının onlarda depolandığını ileri sürüyordu.
Antikalıkları bunlarla da kalmıyordu.
O yemeklerin isimlerini de ciddiye alır, söz gelimi, sigara böreği yaptığında, onu gerçekten bir sigaraya benzetir, hatta izmaritlerine marka yazar gibi sigara böreğinin içindekileri resmedip yazardı.
Ya da yaptığı her içli köfteye üzgün bir insan yüzü çizerdi…
Üstelik sadece var olan yemek tariflerini uygulamaz, kendi de bir sürü tarif uydurur, uydurduklarını web sitesinden insanlarla paylaşırdı. Tarifini sitede yayınlamak için Enter tuşuna basar basmaz, saniyeler içinde onlarca ziyaretçi girmiş olurdu bile siteye.
Bir gün, büyük bir grip salgınına yakalandı. İyileştikten sonra dahi burnu koku almaz olmuştu artık. Nasıl olmuşsa olmuş, hastalık koku alma sinirlerini tahrip etmişti.
O, yine de yemek yapmaya devam etti. Gerçi, o andan sonra, kendisi sadece serumla beslendi.