Bir ergen bile olduğu anlaşılamayan, sessiz bir kızdı. Çocukken de bir çocuk olduğu anlaşılamamıştı. Ergenlerin hep söylediğini o yaşamıştı. Onu gerçekten kimse anlayamamıştı.
Herkesin en iyi arkadaşı, can yoldaşı olabilirdi. Yani kim derdini anlatmayan, her şeye razı olan, her an orada bulunan birisiyle arkadaş olmazdı ki?
Yanında hiç kimse olmadığında, yani serbest bırakıldığında, kulaklığını kulağına takar, bir noktaya bakıp öylece, saatlerce kalırdı.
Bir gün yatarken kulaklığıyla uyuyakalmıştı. Anneannesi, bir odalık bir evde ikisi kalıyorlardı, yattığı kanepeye yaklaştı ve sonunda, kulaklığın birisini çıkartıp kendi kulağına taktı.
Oydu! Torunuydu! Kim derdi ki bu kadar güzel bir sesi olacağını bu kızın… Bir melek gibiydi. Söyledikleri de farklıydı. Hiçbir yerde duymadığı sözler. Torunu mu yazmıştı bu sözleri yoksa?
Acaba nerede söylüyordu bu şarkıları? Sanki yankılı bir yerde? Sanki dışarıda, açık havada?
Başka bir şarkıya geçti sonra.
Yok yok, bu bir şarkı değildi…
Bir ulumaydı… Torunu muydu; yoksa bir kurt mu? İlk uluyan gerçekten torunu da olsa; birkaç dakika sonra ona eşlik eden ses kesinlikle bir kurdun hançeresinden çıkmaktaydı.
Kulaklığı kızın kulağına taktı. Elini dizine bir şeyi silkelercesine vurdu; anlamaya bile çalışmadan, yaptığı işe geri döndü.