Bu öykü iki öyküden oluşan bir serinin ikinci bölümüdür. İlk bölümünü okumak için
buyurun.
Sana bunları tek gözlü odamın karanlığında yazıyorum. Güneş görmeyen bir odada yaşamanın değerinin anlaşılması ne kadar olasıysa bunları sana anlatabilmek o kadar imkânsız.
Güneş görse de görmese de zevk almayacaksam neden güneş gören bir odaya dünyanın parasını vereyim?
"Oda" diyorum ama bu bir ev. Tek odalık olsa da...
Evi az bir parayla satın aldım. Tek varlığım bu ev ve içindekiler. İçinde, bir bilgisayar, bir ocak, çamaşır makinesi, hem yatak hem koltuk olarak kullandığım bir minder ve iki battaniye var. Kış olunca ikisini üst üste örtüyorum üstüme, hop yorgan oluveriyor...
Bir pantolon ve kazak, bir gömlek ve öbüründen çok daha eski bir pantolon daha, bir çift ayakkabı, iki takım iç çamaşırı.
Sigara falan içmiyorum zaten, içki de, çay kahve bile geçmez boğazımdan.
Ha, bir de duş almakta kullandığım bir süngerim var ve havlum da...
İşte, yaşadıklarımı anımsayamamamın azabını kendime yoksulluk çektirerek arttırıyorum. Azaltamadığım bir şeyi arttırmaktan başka ne yapabilirim, sen söyle.
Oysa çok zenginim. Hatırlayamıyorum derken kendi yaşamımı kastediyorum. Yoksa maç sonuçları, bazen loto sayıları, bazen de işte hisseler falan geliveriyor zihnime. Ben de içimdeki sesi dinleyip ona uyuveriyorum.
Yani yalan-yanlış bir düşünce ya da kuruntu değil söylediklerim. Hepsinin kanıtı var da ne işe yarar ki beni ilgilendiren bir şeyi anımsayamadıktan sonra?
Ben öldüğümde kim bilir ne olacak bu kadar servete?
Kimin umurundaysa...