13.11.2023

Doğanın ortasında, uygar bir piknik masasında karşılıklı oturuyorduk. Benimle tartışmaya çalıştığı belliydi. Oysa ben kimseyle tartışmakta bir fayda görmüyordum. Hem yalnızdık ve doğadaydık. Tartışma hoşuna gitmezse üzerimde güç kullanabilirdi. Kimseye güvenmediğim gibi ona da güvenmem için bir sebep bulamıyordum. Birbirimizi birkaç aydır tanıyorduk, beni sevdiğini söylüyordu. Bense onu sevmeye çalışıyordum sadece. Bunu neden yaptığımı, neden sevmediğim bir insanı sevmeye çalıştığımı bile bilmiyordum. Monoton hayatımda bir farklılık olması için mi?
Onu hiç sevmiyor değildim tabii. Ama güvenecek kadar da sevmediğim bir gerçekti. O da bunu biliyor, yine de denemeye devam ediyordu. Tartışmak bunun için en kolay yoldu. Usta olduğunu, çok şey bildiğini kanıtlamaya çalışmak için…
Oysa buna gerek yoktu, hiç gerek olmamıştı.
Ona tek istediğim şeyi söyleyecektim.
“Haydi gel de şu ormana girip ağaçların altında bir şeyler yiyelim.”
Cevabı tahmin ediyordum ama yine de ısrar etmeye kararlıydım.
“Burada masa var ya işte, ne güzel rahat rahat yeriz masada.”
“Evinde de masada yemiyor musun?”
Söyleyecek bir şeyi kalmamıştı. Böylece kalkıp ayağını masanın demirinden aşırdı. Oysa ağır çantalarımız kalmıştı oturduğumuz bankın üzerinde. İkisini birer elime alıp ben de peşinden aşırdım ayağımı. Yürümeye başlamıştı bile. Çantaları almaya bile çalışmadığına göre, yenilgiyi çoktan kabullenmişti.
Ben de kiraladığımız arabaya, onun aksi yönüne doğru yürüdüm. Arabayı ben kiralamıştım, gidişte o kullansa da dönüşte direksiyonu ben kullanacaktım.
Arkamdaki ayak seslerini duysam da duraksamadım. Beni bayıltması kolay olurdu, bunu düşündüğüm an istemsizce büzülsem de durmadım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir