17.03.2019

Soğan doğruyordu… Radyonun antenini oynattı; çünkü çok sevdiği program hafif cızırtılı bir yayın yapmaktaydı. Alüminyum folyoyla çekim kalitesini güçlendirmeye çalışmıştı ama dinlemeyi çok sevdiği programı bulunduran radyo istasyonu devamlı cızırdıyordu.
Aniden cızırtı kesildi ve net bir şarkı duyuldu radyosunun güçlü hoparlörlerinden. Enstrümansız, çıplak sesli bir şarkı… İki kişi söylüyordu. Detone olmadan… Tertemiz ve mutlu seslerle.
Seslerin mutlu olduğunu biliyordu; çünkü söyleyenlerden birisiydi. Yirmi iki yıl önce… Tam yirmi iki yıl…
Diğeri çoktan ölmüştü. Yaşasaydı soğanı doğrayacak olan kişiydi. Belki de soğanı kendisi doğrardı; ama soğan doğrama işi kadına ait olurdu genelde ya…
Gerçi onlar hiç aynı evi paylaşmamışlardı. Soğanı kim doğrayacak kavgası da yapmamışlardı dolayısıyla. Ölümden önce ayrılmışlardı sebepsizce. Sonra da o, ölmüştü.
Tartışmadan önceki son şarkılarıydı. Sonra, iki gün sonra aniden ölüvermişti. Bir yangında, duman zehirlenmesinden gitmişti. Uykusunda…
Pişman olmamıştı; çünkü ikisi de birbirlerini sevdiklerini biliyorlardı ve o kavga edilmeliydi. Söylenmemiş bir şey yoktu aralarında. Yine de özlem… Ah o devasa, o kesif, o, nefes kadar vazgeçilemez olan özlem…
O da olmasa…
Gerçi, galiba olmayacaktı artık. Eğer bu radyoda seslerini duymaktaydıysa, bu bir kavuşma alameti olmalıydı.
O denli sabırsızdı ki, bir elinde soğan, diğer elinde bıçak varken ruhu yarı yolda bırakıp gitmişti bedenini.
Öylece, mutfak tezgahına dayanmışken…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir