Epey meşhur bir pastane zincirinin bir şubesinde kahve içerken rastladım onlara. Karşımdaydılar. Üç kişiydiler. Bir yaşlı adam, genç bir kadın ve orta yaşlı bir adam daha.
Adamlar baba-oğuldular. Kadın ise… Bilmem, rica üzerine gelmiş, aileye yakın ama aileden olmayan birisiydi. Biraz tepeden bakıyordu bence onlara. Eh, şu orta sınıf konformistlerindenmiş gibi görünüyordu. Ama mevzu bahis kendi ailesi olsa bence daha beter etkilenirdi.
Adamlardan orta yaşlı olanı, duygusal… Belki de bir amaç uğrunda kullandığı bir silah olarak duygusallığı kuşanmış uyanık bir adamdı. Ayıp etmiş olmamak için hakkını teslim edeyim, belki de gerçekten duygusal bir adamdı ama babalarından para istediği için… pek bilemeyeceğim. Emin olamayacağım yani.
Baba ise… Of! İnatçıydı. Çok inatçı bir adamdı. Sesi bile gırtlağına yapışıyordu inattan. Ama… bana sorarsanız adamcağız parayı yine de verecekti. Lanet ede ede de olsa, verecekti. Evet, inatçıydı ama sevmemek için inatçıydı o adam.
Belki de haklıydı. Eğer kulağına fısıldayıp her dediğimi yaptırma gücüm olsa ona parayı vermemesini söylerdim. Doğru olduğundan değil, pişman olacağını bildiğimden. O paranın hiçbir işe yaramayacağını anladığımdan.
Kadın oğula yardım ediyor; baba tek başına, yok yok, inadıyla omuz omuza, karşılarında saf tutuyordu.
Sadece baba sahiciydi içlerinde. Muhtemelen hesabı bile o ödeyecekti.