Yaşlı bir çocuk olmaz değil mi? İki kelime kendi içinde bir paradoksu barındırıyor ne de olsa. Yine de o yaşlı bir çocuktu. Yaklaşık dört yaşında olmasına rağmen sanki tanrının kızıydı. Ya da tanrıçanın… Muhtemelen ikisinin…
İsa peygamber bakire bir anneden doğmuşsa bu kız da kendisini doğurmuştu adeta. Annesini görmesem inanabilirdim buna. Dişsiz bir bebekken bile konuşabiliyordu, inanabiliyor musunuz! Elime doğmuş olmasa ben inanmazdım.
Bazen otizmli bir çocuğun yaptığı gibi hiçbir şeyle ve hiç kimseyle ilgilenmese de; bu otizmde olduğu gibi kontrolsüz bir şey değildi.
Güzel bir kız değildi ama çirkin de değildi. Düzdü. Yani karakteristik de değildi. Sıfatlar üstüydü sanki. Görünüşünden tavrına kadar hiçbir şeyi bir sıfatla anlatılamazdı. Milyonlarcasını da kullansan olmazdı. Boşa harcanan bir çabadan ibaret kalırdı sadece.
İlginç bir çocuktu vesselam. Ağaç, dağ, kar, sel, deprem gibi şeylere hiç şaşırmaz ya da onlardan korkmazdı; ama bir insanın nefretle haykıran, yahut sinsilikle fısıldayan sesini duyduğunda, işte ancak o zaman bir bebek gibi, yani olması gerektiği gibi ağlamaya başlardı avaz avaz.
Ona bilimsel bir soru sorduğunda, sözgelimi kimsenin bilemediği bir matematik problemi, tökezlemeden cevaplardı da; hatırını sorduğunda durakalırdı. Gerçekten sormak istemediğini anlardı çünkü.
Çok genç ölmüştü. Ergenliğe girer girmez, kimseye hiçbir şey çaktırmadan…
Bu dünyadan bir şey öğrenmeden…
Zaten her şeyi bilerek ölmüştü.
Yaşamak için bir sebebi olmadığından…