Ellerine birer ağırlık aldı. Yirmi kiloluk birer çubuk ve onar kiloluk üçer yuvarlaktan oluşan ağırlıklar… Kollarını sallayarak yürümeye başladı. Yüzü büzüşmüştü, galiba üzgündü?
Yürürken; bir pisi otunun üzerinde bayrak gibi dikilmiş, dalgalanan bir teleği, dengesi bozulmasın diye ağırlıkların ikisini de omuzlarına yatırarak eğilip aldı.
Baş ve işaret parmakları arasında tutup alaca tüyün renklerine, her renk taneciğini taktir ederek baktıktan sonra saçlarının arasına iliştirdi.
Tekrar yürümeye başladı. Mahalle arasında, taşları yer yer düşmüş bir kaldırımın üzerine başıboş bırakılmış, devamlı gülen bir oyuncak bebeği aldı ve tam kulağıyla omzu arasına sıkıştırdı. Artık her adımda bebeğin gülüşünü tekrar tekrar dinleyebilecekti.
Yürümesine devam ederken; son derece düzgün bir kaldırımda unutulmuş, kalın mukavvadan bir alışveriş torbasından sarkan ipek bir şal, ayağına sürtündü. Yine aynı şekilde eğildi, serçe parmağıyla şalı torbanın içinden sıyırıp omzuna, diğer yanağına temas edecek şekilde astı.
Kayalıklardan, çakıllardan geçerek suya doğru yürüdü.
Yürüdü, yürüdü, yürüdü, yürüdü…
Bir tüy, suyun ağırlığına yenilmeyip uçtu.
Bir bebek, suda daha uzun mesafelere mekanik gülüşünü duyurdu.
Bir şal, onu inşa ederken ölen tüm böceklerle aynı şekilde
…
Öldü.