23.12.2018

Yaşlı bir adamdı ama ölmesi… imkansızmış gibi geliyordu bana. Hem o… Ebediymiş gibiydi. Her an orada olacakmış, bana, ona her bakışımda dalgalanan, yumuşacık, kavisli ve süreğen bir gülümsemeyle gülümseyecekmiş gibi… Gözlerinde anlatan, neyi anlattığını sonra sözlerinde açıklayan bir ifadeyle, bana bakacaktı her daim sanki. Öldüğümde ağlamayacak; sadece o kavisli gülümsemesi bir an düzleşecek, başka birilerine yine anlatmaya devam edecekti… Oysa öyle olmamıştı. O kavisli gülümseme donmuş, gözleri ve sesi susmuştu. Ölmüştü… Öldüğü an karar vermiştim. Oraya gidecek, onu geri getirecek, onun yerine kendimi teklif edecektim; ama önce oraya gitmem gerekiyordu. Tüm aksi kanıtlara rağmen, oraya gidip onu kendi yerime buraya …

Okumaya Devam Et

29.11.2018

Bir yanardağın içindeki yuvasından çıktı. Biraz dolaşacak, görünmezliğinin yasını bir gün daha tutacaktı. Ölümsüz yaşamında, bir günün herhangi bir önemi yoktu elbet ama hep gözleyip hiç görünmediği insan alemi için önemli bir zaman dilimiydi gün. Evet, o bir cindi. Bazı insanların kullandığı tabirle bir üç harfli… ki o ‘üç harfli’ tabirini yeğlerdi. Kendi kendisine bir oyun oynardı. “Cin” değil de ‘aşk’ demek istemiş gibi yapardı birisi kendi cinsleri için ‘üç harfli’ dediğinde. Mutlu olurdu o zaman. Cinci olduğunu söyleyen hiç kimse onu görmemişti. Yalan mı söylemişlerdi? Yalan falan bilmezdi onun cinsi oysa. Onun için tuhaf gelirdi insan ilişkileri ona. Yine …

Okumaya Devam Et

10.06.2018

Yavru akbaba yuvasından çıkmazsa öleceğini biliyordu. Anne ve babası gelmemişti ve tek başına kalmıştı. Diğerleri ya düşerken ya da açlıktan ölmüştü. Zaten yuvadakilerin leşlerini yiyerek hayatta kalmıştı. Kanatları da uçabilecek olgunluğa gelmişti ölen kardeşleri sayesinde. Öyleyse uçmalı, başka leşler aramalıydı. Leş yiyerek beslenmek zorundaydı yavru akbaba. Kimse onun seçimini sormamıştı ki. Zaten sorsaydı da başka bir tercihi olmazdı. Annesi söylemişti; “Herkes seni leş yediğin için yargılayacak, takma kafanı,” diye. Sesinde ezeli bir bıkkınlık vardı bunu söylerken. Gerçi çoğu zaman öyleydi. Bıkkın olmadığı zaman da öfkeli olurdu annesi. Muhtemelen her adımında, yediği her leşte yargılanmasıydı öfkesinin sebebi. Diğerlerinin yargılaması önemli değildi. …

Okumaya Devam Et

27.05.2018

Kedisini severken ölmüştü. Gözlerimin önünde, öylece kapayıvermişti gözlerini. Öldükten saniyeler sonra dahi, beyin ellerine komut vermeyi bırakmamıştı kediyi sevmesi için. Kediyse fark etmesine rağmen sadece bıyıkları ve kulakları kıpırdamış, onun sevmesine devam etmesine ses çıkartmamıştı. O öldükten sonra, tamamen davranışları değişmişti kedinin. Sanki akıllanmış, bilinçlenmişti. Bana daha yumuşak davranır olmuştu mesela. O ölmeden önce bana tahammül bile edemezken, öldükten sonra yanıma gelip saatlerce bana sürtünerek mırlar, geceleri benimle uyur, tıpkı onun gibi, sabah erkenden uyandırmaya çalışırdı. İşte o konuda eski sertliği devreye girer ve ayaklarımı ısırarak uyandırırdı. Ben de o öldükten sonra kediye düşmüştüm. Başka kimsem yoktu ki… Bir de …

Okumaya Devam Et

22.05.2018

Erkenden kalkmak için erkenden uyumak gerekirdi. Ya da hiç uyumamak… O genellikle hiç uyumamayı seçerdi. Daha doğrusu hiç uyumamak zorunda kalıp bunu seçtiğini söylerdi kendi kendisine. Hiç uyuyamayan bir insanın varlığı konusunda şüpheye düşerseniz onu izlemeniz yeterliydi. Hayatında hiç uyumamıştı ve uykusuzluk hastalığı çekenler gibi bu durumdan mustarip olduğunu hissetmemişti. Uyku onun için hiç olmamıştı. Tıpkı doğuştan hiç görmeyen birisi için hiç ışık ve karanlık kavramının olmadığı gibi. Hafızasında ya da öğrenebilme yeteneğinde de bir sorun yoktu. Halüsinasyon falan da görmüyordu hiç. Sadece uyumuyordu. Uyku hapı verildiğinde bile sadece yavaşlıyordu. Doz aşımı durumu söz konusu olmuyordu hem de. Yüz on …

Okumaya Devam Et

20.05.2018

Canı sıkılıyordu ve yapabileceği hiçbir şeyin can sıkıntısını geçiremeyeceğini biliyordu. Bir tek şey hariç. Onu yaptığı taktirde can sıkıntısı gidecekti ama diğer tüm şeyler de gidecekti onunla birlikte. O da can sıkıntısını geçici olarak unutturan ya da azaltan şeyler yapıp hayatına devam etmeyi tercih etmişti. Öldüğünde, mezarına “Zaten canı sıkılıyordu,” yazmalarını vasiyet etti. Zaten canı sıkılıyorduysa neden yaşamaya devam ettiğinin kesin hiçbir açıklaması yoktu.

Okumaya Devam Et

03.05.2018

Neden insanlar sonbaharın hüznü çağrıştırdığını düşünürler, bir türlü anlam veremiyorum. Bana kalırsa o sararmış yapraklar ağaçlarda kalsalardı, işte asıl o zaman hüzünlü bir mevsim olurdu sonbahar. Ağaçların çıplak kalmasının neresi hüzünlü, anlamıyorum. Eğer sararmış yapraklar ağaçlarda kalsaydı, fotosentez yapamazlardı ve kelimenin tam anlamıyla aç kalırlardı. Yani bunun hüzünlenecek nesi var? Neden edebi eserlerde ya da insan ruhunda sonbahar bir tür isyan mevsimi oluyor? Aslına bakarsanız,bu mevsimde hüzünlenenler, olayları oldukları gibi görmekten uzak insanlar oluyorlar bence. Ölümden korkuyorlar belki. Hatta kesinlikle ölümden korkuyorlar. Bunu neden mi düşünüyordum? Çok enerjik bir arkadaşım son günlerde epey hasta ve belki de ölmek üzereydi. O …

Okumaya Devam Et

02.05.2018

Eve gitmek istemiyordum. Beni ölümcül bir şey beklemiyordu evde. Gitmek istemememin nedeni tehlikede olmam değildi. Sadece can sıkıntısıydı. Canımın sıkılmasının nedeni de komşularımdı. Daima beni lafa tutan yaşlı bir adam vardı kapının önünde ve benim geliş saatlerimi beklemek için resmen nöbet tutmaktaydı bahçede. Neden benimle konuşmak istiyordu anlamıyordum. Sohbetim öyle ahım şahım değildi ki. Hatta adamın sorularına kısa ve belirsiz yanıtlar veriyor, konuşmayı genişletebilecek her şeyden kaçınıyordum. Bazen neredeyse onu terslediğim bile oluyordu. Tüm bunlara rağmen, benimle konuşmaya çalışmaktan bir türlü vazgeçemiyordu, geçmiyordu. İnsanların konuşmak isteyeceği bir insan değildim ben. Az konuşurdum. Çoğu zaman dinlemezdim bile. Yani şu az konuşup …

Okumaya Devam Et