28.11.2018

Alkışları sevmezdi. Ellerin, çıplak derinin birbirine vuruş sesini…
Islıkları da sevmezdi. Üç kemiksiz şeyin, iki dudak ve bir dil, bazen bir parmakla birleşip havaya tecavüz etmesinden neden hazzetsindi?
Hava ruhun mekanıydı ona göre. Alkış ve ıslık sesleri, beğeniyi
belirttiklerini sanıyordu kendilerince. Oysa ona göre öyle değildi durum. Hiç öyle değildi.
O, manevi titreşimleri severdi. Beğenileri belirten sessizlikleri…
Daha doğrusu, havayı sadece sessizce titreten o elektriği…
Oysa bu durum çok az başına gelmişti hayatında. Bir müzisyendi zira.
Konserlere gider, eserlerini icra ederdi. Mecburdu, para kazanmalı; yaşamalıydı.
Bitirdiği her eserde alkışlanırdı. O alkışlara da yer yer ıslıklar eşlik ederdi. Ne yapabilirdi ki?
Son konserinde, ona konserleri ayarlayan çalışanının aklına bir fikir geldi. Biletlere, broşürlere, kapıya, duvarlara… alkışın ve ıslığın yasak olduğu yazılacaktı.
Yazıldı…
Ne var ki, son konserde tam bir sessizlik vardı. O titreşim, o manevi elektrik eksikti. İnsanlar put gibilerdi. Heyhat! O sessizlikte, olmayan alkış ve ıslıklar varlıklarında olduğundan daha yüksek sesle duyuluyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir