29.01.2018

Bir hayvanat bahçesine gitmiştik. Yeğenimi götürmüştüm. On yaşındaydı ve çok iyi gözlem yapan, dışa dönük ve cesur bir çocuktu. Sorgulayabiliyordu. “Neden” sorusunu öylesine sormuyordu. O yaşta öğrenmişti felsefi düşünmeyi.
Hayvanat bahçesinde, bitişik kafeslerde bir aslan ve bir koç durmaktaydı. Bu çok şaşırtıcı gelmemişti bana. Yeğenim, duraklayıp bana önlerindekileri göstermeseydi durumu fark bile edemeyecektim hatta. Koçun önüne kanlı bir et koymuşlardı yemesi için. Aslanın önüne de bir sürü tahıl ve ot…
Yeğenim cılız ve kıvrak bir çocuktu ve kafesler arasından geçip yiyecekleri değiştirmek istediğini, bunu yapabileceğini söyledi. Kör bir gençten bastonunu ödünç aldı ve gerçekten de tastamam tasarladığı gibi yaptı ve yiyecekleri değiştirdi. Tereyağından kıl çeker gibi hem de…
Üstelik hiçbir görevlinin dikkatini çekmeden…
Aslan ve koç, yemeklerini bitirene kadar… Doymuş olan aslan mutlu bir kükreme kopartana, doymuş koçun böğürtüleriyle bir düet yapana dek…
İki yaratık da mutluydu ve birbirlerini anlamışlardı. Oysa hayvanat bahçesinin görevlilerinin gözleri açılmış, duruma uyanmışlardı.
İki üniformalı, silahlı görevli, silahlarını hayvanlara doğrultup ateşlediklerinde; kükreme ve böğürtü sesleri yerini aynı anda ateşlenen silah seslerine bıraktı aniden.
Silah sesleri, eğlenen insanları da susturmuştu.
Geçici olarak…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir