29.03.2019

Tanrı’yı, Tanrıça’yı, Allah’ı, Yahova’yı, Krişna’yı…
Hepsini; ya da herhangi birisini…
Yanına çağırmak istiyordu çocuk.
On bir yaşındaydı. Ergenliğe girmekteydi. Yeni yeni aramaktaydı hayatın anlamını. Tanrıyla iletişim kurmaktan bahsediyordu tüm dinler. Herbiri ona doğru yükselmekten dem vuruyordu. Onun her yerde olduğunu söyleyen dinler olsa bile, ona doğru gidilmesi şart koşuluyordu. Namaz kılmanın gerekliliği, pazar ayinlerine katılmanın lüzum görülmesi bunun için değil miydi?
Her yerde namaz kılınabilse de; belli koşullarla namaz kılıp dua ediliyordu mesela.
Günah çıkartma meselesi ise daha başkaydı. Tanrı ile araya bir insan giriyordu. Daha da zorlaşıyordu iletişim kurmak onunla.
O ise, yani yeni yeni ergenliğe giren çocuk ise, onları ya da onu çağırmak istiyordu.
Bu kız çocuğunun yapmak istediği şey günahkarlıktı dinlere göre. O da biliyordu bunu. En azından hiyerarşi sistemiyle düşünen insanlara öyle geliyordu. Dinleri yaratan insanlar olduğuna göre…


Temizlendi çocuk. Gerçi o gün rahmi kendisini yenilemekteydi. Kan kokmaktaydı yani. Bu da yanlıştı bazı dinlerce. Oysa bu kan, gücüydü onun. Çocuk öyle düşünmekteydi.
Kendi seçtiği, turuncu bir kumaşa sardı bedenini. Kadınlaşamamış sesiyle ve bedenini bir çalgı gibi kullanarak yarattığı bir senfoniyi icra etmeye başladı.
İcra ettiği şeyi bir senfoni yapan görünmez bir elemanı vardı. Zihni…
Düşünceleriyle uzandı tanrılara. Hayalleriyle katkıda bulundu senfoniye. Rüyalarıyla renklendirdi senfoniyi. Herbirini birer çalgı haline getirdi.
Ve tek başına, küçücük bir çocuk, tüm tanrıları yanına çağırabildi.
Çünkü buna inanmıştı.
Her biri gelip çocukla kendi meşrebince selamlaştı. Kutsadılar onu. Hiçbiri diğeriyle tartışmadı, çatışmadı.
Tanrılar insan değildi ne de olsa. Üstelik çocuk her birine inanmıştı nasılsa. Tartışacak bir şey yoktu böyle olunca da.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir