Bir gün onunla konuşursam ona ne söylerim acaba? Önce gerçekten var olup olmadığını öğrenmek gerek tabii. Hâlâ yaşayıp yaşamadığını…
Yaşıyorsa ve karşılaşırsak ne söylerim?
“Sen…” derim;
“Sen çok iyi bir insansın.”
Nereden bildiğimi sorar mı? Şaşırır herhâlde.
O zaman ona anlatırım. Anlatmasam tuhaf kaçar.
“Seni, en mutsuz olduğum zamanda gördüm,” derim.
Deli olduğumu düşünür mü? Ya da ne bileyim, şu yeni çağdaki her şeyde bir mucize gören insanlardan olduğumu falan?
Yok, o düşünmez. Bir şey düşünmeden önce beni dinler herhâlde değil mi?
İlk gördüğümde ağzında bir elma çöpü olduğunu söylerim. Aylak aylak onu çiğneyip bir şeyler düşündüğünü. Kim bilir neyi…
Ağzının tertemiz elma koktuğunu. Yok yahu, bunu söylemek olmaz, tuhaf kaçar.
Seni görünce bir tür umutla yüreğimin attığını da söylerim.
Sonra mutlu olduğum bir gün de gördüğümü anlatırım. O zaman çok iyi bir insanla tanışmıştım. Bir evrak işimi halletmişti sağ olsun. İşte hafiflemişken seni gördüm yine. Bu kez de galiba yemekten sonra mutfak masasını siliyordun. Bir elinde kirli bir tabak, diğerinde de bez vardı. Kırıntıları tabağa havale ediyordun. Tabaklar yoktu tabii, kaç kişiydiniz o masada, bilmem mümkün olmamıştı. Kendi hâlindeydin yine, benden haberin bile yoktu.
Seni çok defa gördüğümü anlatırım. Her defasında ne yaptığını…
Belki sen de beni görüyordun o anlar, bilemem ki.