Kapımın önüne serdiğim paspasın üzerinde ayakkabılarımı giyerken düşünüyordum, şimdi ne yapacaktım? Hâlâ yeterince ikna edici bir mazeret bulamamıştım. Evde ne kahve ne de çay vardı, bir lokma yemek bile yoktu dolapta. Sadece birer kavanoz nohut ve pirinç… Salçam soğanım bile yoktu. Açtım, ölümüne açtım. Açlık yetmiyormuş gibi stresten de yanıyordu midem. Apartmanın ağır kapısını çekecek gücüm bile yoktu. İki hamlede, hamlelerimin arasında duvara dayanarak çektim, arasından geçmek için bile kuvvetim kalmamıştı. Çıktıktan sonra kapıdan anca kaçabilmiştim. Sırtıma kapanan kapıdan kovulmuş gibi hissedecek kadar alınganlaşmış, sertçe çarpan kapının sesine dayanamayacak kadar tahammülsüzleşmiştim. Kulak zarlarım bile incelmiş olabilirdi açlıktan. En yakın yemek …