Sadece çorba yapıp satan bir lokantanın hem sahibi, hem de tek personeliydi. Kavruk bir yüzü vardı ama balık etliydi. Ne kadar kilo alırsa alsın yüzüne yansımayacak olan şanssızlardandı o da. Devamlı çorba karıştırırdı. Zaten çok fazla müşterisi olmazdı. Daha doğrusu çoğunlukla belli saatlerde müşteri geldiğinden, işinden alıkoyan olmazdı. Fark ettiğim üzere, talepten çok çok fazlasını yapardı. Hazırladıklarını nasıl değerlendirdiğini hep merak ederdim. Envayi çeşit çorba pişirirdi. Mis gibi kokardı. Hoşuma gitmeyen birine bile rastlamamıştım. Hepsinin ayrı bir lezzeti vardı. Bütün bunların çöpe gitmesi fikri bile acı vericiydi ama o kadar özen gösterdiği çorbalarını öylece atması mantıksızdı. Mutlaka başka bir şekilde değerlendiriyordu onları. Belki aş evlerine satıyordu. Ya da öylece veriyordu; ama öyle yaparsa hiç kar etmezdi ki.
Bir gün ona bunu sormayı düşünüyordum. Cesaret edebildiğim anda…
Cesaret edemememin nedeni, o işiyle uğraşırken muhabbet girişimlerine gösterdiği tepkiydi. Yoksa bunda korkacak bir şey yoktu tabii. Sebepsiz bir şekilde ürkütücü görünüyordu ama. Uzak… Sanki tek yapmak istediği çorba pişirmekti. Başka hiçbir şeye en ufak bir ilgi göstermiyordu.
Sormak yerine takip etmek geldi aklıma bir gün. Benim de işim gücüm yoktu onu merak ediyordum. Mantıksız ve gereksiz olduğunu bile bile, takip ettim onu bir gece.
Çorbalarını bir arabaya koyup mahalle arası bir binanın önüne götürdü. Orada satıp; kazanlarını da alarak gerisin geri dükkanına döndü. Binada ne yapıldığını öğrenememiştim. Her şey olabilirdi Umurumda da değildi zaten. Beni ilgilendiren, o çorbaların atılmamış olmasıydı.