04.01.2021

Çorbamı içerken görmüştüm onu.
Bembeyaz saçı ve yine bembeyaz upuzun sakalı olan yaşlı bir adam…
Saçı sakalına karışmış; ama temiz giysili, belli ki bakılıp beslenen biri.
Her şeyi bırakmış. Bir kızı ya da bir oğlu var. Belki de sırayla kaldığı bir sürü çocuk… Karısı olduğunu zannetmiyorum. Bir boş vermişlik var üzerinde çünkü. Kadınsız bir adamın boş vermişliği.
Herkesin “Hacı” diye sesleneceği, ama hacca falan gitmemiş biri bu adam bence. Hacca gitmiş yaşlılardaki uhrevi ve yetkin hava yok bu adamda. “Artık benim sırtım yere gelmez,” derler hani her hareketlerinde onlar.
Ama bu adam eski bir memur bence. Takım elbisesini taşıyışından belli. Saçını da; sakalını da artık kesmekten, sineğin cirit atacağı kadar kazımaktan bıktığından uzatmış olmalı.
Bıyığı da var. Düzgün. Kendi eliyle düzeltiyor olmalı. Bak o alışkanlığından vazgeçmemiş.
Sesi kesin inceciktir.
“Derhal müdürüm, peki efendim…” demekten.
Artık “Tabii kızım”, hayhay oğlum,” demektedir.
Eh, alışkanlıklar…
Yanına yaklaştım:
“Bir çay ısmarlayayım mı amca?” dedim sırf sesini merak ettiğimden.
“Sağ olasın kızım, yeni içtim, dokunuyor belli bir yaştan sonra…” dedi. Dişleri takma değildi ve sesi tıpkı düşündüğüm gibi ince ve sinikti.
Bir şey demedim. Hesabı ödeyip çıkacaktım. Baktım o da kalkıyor, ben de yavaşladım. Hesabımızı ayrı ayrı ödeyip birlikte çıktık.
Aynı yoldan gidiyorduk. Adımlarımı yavaşlatıp yanından yürümeye başladım.
İki ekmek almak için bakkala uğramak zorundaydım. O devam etmişti yoluna. Bakkaldan çıktığımda bir fren sesi dikkatimi çektiğinde arabanın altında kalanın o olacağı aklıma gelir miydi hiç!
Bir an vardı, bir an sonra…
O ince sesini beynimde yine oynattım.
“Sağ olasın kızım… Dokunuyor belli bir yaştan sonra…”
Yaşam da dokunmuştu anlaşılan amcama.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir