İri yarıydı ama o kadar kibar konuşurdu ki, sanki un ufak olmak istercesine her kelimesinde bir kat daha kırılırdı. Bu kibarlıktan kırılma hali ona iticilikten ziyade sevimli bir hava veriyordu.
Şu iri yarı ama nazik; ya da iri yarı ama saf insanlardan değildi o. Gereğinde hırçın da olmayı bilirdi. Kişilik değişimleri son derece normaldi. Bir tip değildi sonuçta. Ya da düşünmeyen bir sıradan insan müsveddesi…
Kendisine has fikirleri vardı. Okurdu, yazardı, gülerdi…
Kendisiyle alay ederdi. Onu onunla daha hiç konuşmadan sevmiştim.
Şimdi de görüşmeye gidecektim. Bir sürü insanın yanında olsa da sanki bir randevuya çıkacakmışız gibi heyecanlıydım.
O ise bundan habersizdi. Ona olan ilgimi henüz bilmemekteydi. Beni tanıyordu gerçi ama henüz görüşmediğimizden hakkımda ne düşündüğünden pek emin değildim.
Onu neden bu kadar çok sevdiğimi hiç anlayamıyordum. Aşk kadar ani olsa da; aşkla hiç alakası olmayan bir duyguydu. Tarzında bir şeyler beni güvende hissettiriyordu. Hani kendimizle aynı zayıflıkta olan birilerini çekeriz olayındaki çekim değildi bu. Bu, daha çok birkaç cümle ettikten sonra, konuşmadan önceki yargılardan sonraki “Haaa,” dedikten sonra, ‘vaaay’ ile gelen bir sempatiydi.
Acaba o hakkımda ne hissetmişti?