Her şey rayına oturmuştu. Sigarasının dumanını savurdu. Ağzında bekletip ağzına kadar yavaş yavaş ilerlemiş sıkıntıyı mancınık gibi baskılayarak dudaklarını mancınığın koluymuşçasına büzdü ve…
Puffff…
Sıkıntı mıkıntı kalmamıştı içinde. Su akmış, yolunu bulmuştu sonunda.
Fenerini yerine kaldırdı, bazı telleri düzgünce sandığa koydu. Bu sandık onun “Belki” sandığıydı. İşe yarayabilecek şeyleri koyardı oraya.
Eline aldığı küçük cihazın basit bir mekanizması olsa da önemli bir işlevi vardı. Rayında ilerleyen küçük hayvanlar bulunan bir atlıkarınca…
Kömür tozuyla çalışıyordu makine ve gerçekten çok küçüktü diğer atlıkarınca oyuncaklarına nazaran. Ve müziksizdi…
Çocuğuna verecekti ona. Otizmli olduğundan aşırı odaklanıp takıntı haline getirmişti atlıkarıncaları. Bir atlıkarıncanın varlığının onun üzerinde yapamadığı hiçbir şey yoktu. Ne yaparsa yapsın, bir atlıkarıncanın o monoton hareketi bir şekilde dikkatini topluyordu.
O da her yere götürmesi için, o mucizevi inadıyla uğraşıp en küçüğünü ve taşınılabilir olanını yapmıştı işte.
Kömürle çalışıyor olması, kızının makineyi önemseyip onun sorumluluğunu almasını sağlamak içindi. Bu makineye vereceği kömür tozu, bir insana vereceği ilginin başlangıcı olacaktı.
…
Kızının gülümsemesiyle, en karanlık yerde en zor işini yapacak kadar aydınlık veren bir fenerin ışığı karşılaştırılamazdı bile; çünkü ışıldadığında güneş kadar ışık saçabilirdi onun biricik kızı.