Çok sevdiğiniz bir şeyi kaybederseniz ne yaparsınız? Ararsınız herhalde. Peki aranamayacak bir şey olursa? O zaman da beklersiniz. Gelmezse de yokluğuna alışır, yaşamaya devam edersiniz.
Bu kadar basittir hayat. Öyle görünür… Ben de öyle yapmıştım. Gittiğinde hayatıma devam etmeye çalışmıştım; çünkü aranacak bir şey değildi kaybım. Nerede olduğunu biliyordum. Sesini duymamı sağlayacak rakamları, basit, herkesin taşıdığı bir cihaza yazabilir, o cihazı mucizevi kılmak için yapmam gereken tek şeyi yapıp o rakamlara basarak onun sesini işitebilirdim. Ya da aynı cihazın bir tek düğmesine basıp bekleyerek onu pikseller üzerinde görebilirdim. Yahut, birkaç tuşa basarak ona dijital harfler gönderebilirdim. Olmadı bir kağıt-kalem alır ve ona yazardım. Belki kağıda parfümümü bile sıkabilirdim bu şekilde. Sonra da gereken birkaç veriyi, cadde, sokak apartman ve ev numaralarını, yazardım ve bırakırdım ona ulaşsın.
Evet… Bunların hepsini yapabilirdim ama neye yarardı ki! O gitmişti. Ona ulaşamazdım.
İşte bu, bana çok daha kötü geliyordu. Unutmaya çalışmak… O rakamları, kuyruklu a harfine benzeyen bir simge içeren harf ve rakam dizisini, ikamet ettiği yerin bir satırı kapsayacak olmasına rağmen kurallar gereği alt alta yazılan bilgilerini ve ona dair birçok şeyi göz ardı etmek ve ona ulaşmamayı denemek…