Tek başıma tatil yapmak istiyordum. Aslında başka seçeneğim yoktu. Ya evde oturup kimsem olmadığı için ağlayacak, ya da kendi başıma harika birkaçç gün yaşayacaktım. Belki birileriyle tanışırdım. hayatıma renk gelirdi…
Netten tatil olanaklarına bakarken birden telefonum karıştı. Her dokunuşumda, ekran her kıpırdanışında tuhaf bir ses çıkmaya başladı.
“grkp grkp… grkp grkp…”
Telefon bozulmuş olamazdı. Bozulsa böyle mi bozulurdu? Aldığım tüm önlemlere rağmen biri hacklemiş olmalıydı. Onu sonra hallederdim. Bilgisayarımı açıp oradan gireyim dedim, Açar açmaz faremin ya da klavyemin her hareketinde aynı ses…
“grkp grkp… grkp grkp…”
Telefonumu hackleyen bilgisayarıma da girmiş olmalıydı. Bilgisayardan epey anlardım. Zamanım vardı, format atabilirdim. Zaten dahili bellekte pek bir şey bulundurmazdım. Her hareketimde duyulan “grpk grpk” sesi eşliğinde bastım formatı. gitti. Formattan sonra bilgisayarı açtım. Henüz hiçbir ses kartı yüklenmemişti ama aynı ses çıkmaya başlayınca… Ne yapabilirdim ki! ezberim bozulmuştu. İçinde hiçbir şey yüklenmemiş bir bilgisayardan nasıl bir ses çıkabilir? Bu nasıl bir hack becerisidir? Beni aşıyordu.
Neyse, zaten yapacak bir şeyim yoktu. Paramı istese nasılsa çoktan kendi hesabına geçirirdi. Engellemek için hiçbir şey yapamayacağım bir şey için endişelenmek yerine, bankamın uygulamasından baktığımda hesabımda param olduğu gibi duruyordu, çıkmak istediğim tatilime odaklanmaya karar verdim. Sese alışmıştım artık.
Gereken programları kurduktan sonra uygun bir pansiyon aramaya başladım. Bilgisayardan hoparlörün bağlantısını kesmiş olduğum hâlde bile o ses çıkıyorsa… bunu yapan kişiyle tanışmak ister duruma gelmiştim. Stokholm sendromunun bir varyasyonu mu? Olabilir…
Her yerden geliyora benzeyen sesi yok saymaya çalışarak arayışımma yoğunluk vermeye devam ettim.
Birkaç defadır aynı pansiyon geliyordu önüme. Kayak merkezine yakın bir pansiyondu… Kızak Pansiyon. Nitelikleri fena görünmüyordu. İki öğün yemek veriyorlardı. Hatta ücreti karşılığında kumanya ve malzeme bile sağlayabiliyorlardı.
Birkaç kere göründüğüne göre, iki pansiyondan biri oydu, bir hayır var dedim ve yaptım rezervasyonu gitti.
Ertesi sabah yola çıkacağım için eşyalarımı hazırlamaya başlamıştım bile. Erkenden çıkacak, on ikide orada olacaktım.
Oraya vardığımda pansiyonun yerini sormak zorunda kalmıştım çünkü yoldan epey uzak bir yerdeydi ve navigasyon yaparken gördüğüm üzere oralarda pek telefon çekmiyordu. Pansiyonun adını sorduğumda;
“Kızak değil o, Kazık olacak,” diyorlardı.
Pansiyon pahalı olduğundan nükte yaptıklarını zannettim ama pansiyonun önüne geldiğimde epeyce paslı tabelasında gerçekten “Kazık” yazdığını gördüm. Üstelik göründüğü gibi yeni bir bina da değildi. Sitesinde yer alan yazı ve görseller tamamen abartılmıştı. Kandırılmıştım. Böyle bir yerde mümkün değil kalamazdım. Paramı alamamak pahasına, böyle çirkef yerlerde bu ihtimal epey fazlaydı, geri dönecektim.
Tam bu kararı verdiğim anda bu kez kafamda aynı sesi, şu “grpk grpk” sesini duymaya başladım. Yok artık, kafam da hacklenmiş olamazdı değil mi! Dahası da vardı. Birkaç grpk sonrasında, konuşmayı öğrenen bir sultan papağanın sesine benzer, insan sesine yakın olsa da insandan çıkmadığı, doğa dışı olduğu belli, annemin sesini taklit eden bir sultan papağanımız olduğu zamanlardan beri daima tüylerimi ürpertmiş olan bir ses benimle konuştu.
“Şimdi gidemezsin… Seninle çok işim var daha. Sürüme katılmış bir koyun gibi güdüleceksin.”
Sonra, kavalı taklit eden bir papağandan çıkıyora benzeyen grotesk bir kaval sesi eşliğinde kös kös pansiyona girdim.
Kimseyle konuşmadan doğruca odama güdülmüştüm. viraneden farksız bir odaydı ama lüks arayacak durumda değildim. Kendimi kurtarmaktan başka bir şey istemiyordum! Hiçbir şey!
“Akşam fırtına olacak!”
İşte yine konuşmuştu ses. Beni titreten, dahasını bekleten birkaç dakikalık bir duraksamadan sonra:
“Emirlerimi bekle!” demişti bağırarak. Bağırmasa bile tiz çıkar ya o doğa dışı sesler, bu bağırmıştı. Kulak zarlarım nasıl yırtılmamıştı anlayamıyordum.
Bambaşka bir kahkaha sesinin eşliğinde;
“O zamana kadar keyfine bak…” demişti sonra.
Beni bırakmamıştı. Zihnimde devamlı bir saatin tik takları gibi “grpk grpk” sesleri devam ediyordu.
Bavullarıma baktım. Eşyalarımı neden yerleştirecektim ki? Bir koyunun hiçbir şeyi olmazdı. Yünü bile başkalarınındı.
Bunlar kendi düşüncelerim de olamazdı.
Yine de bavullarımı olduğu gibi bıraktım. Başka türlüsü elimden gelmiyordu. Biraz kaysam? Üstüm başım inceydi.
“Hasta olmanı istemeyiz değil mi?”
Yine o ses…
Hani beni kendi hâlime bırakacaktı?
“Güç toplamak için uyuyabilirsin. Sadece bir öneri bu.”
Bunu der demez bir uyku bastırmaya başlamıştı bile. Vücudumun tüm fonksiyonları da onundu demek.
Dirensem anlamı var mıydı? Ölecek miydim?
Daha bunlar aklıma gelirken yatağa bile gitmeden yere devriliverdim. Başım çok acıyacaktı.
Rüyamda bir kadın vardı. Kazıklanmıştı. Onu ben kazıklamıştım. Sağ elimde kazığı tutuyordum. Ve kazığın bedenine girişini hatırlayabiliyordum. Esnek bir şey, sonra sert bir şey ve sonra da yumuşaklık… Kazık işini tamamladığında bebek çıkmıştı ortaya. Onun nasıl çıktığını hatırlamıyordum. Yanındaki bebeğin göbekbağı hâlâ göbeğindeydi. Zaten tam oluşmamıştı. Kanlıydı. Her taraf kan revan içindeydi. Bebeği alıp mor bir şeye uzatırken gayet sakindim. Sonra içme sesleri duydum. Bebekten bir şey içiyor olmalıydı. Göremiyordum. Her nedense görmek istiyordum.
Kalktığımda her taraf kararmıştı. Başım köküne kadar ağrıyordu. O ses hâlâ devam ediyordu. Hiç susmamıştı.
Oda soğuktu. Fırtına çoktan başlamıştı.
Sonrası…
Önümde o rüyamdaki kadın, sol elimde bebek…