Balkona çıktı. Dizi dizi çiçek saksılarının arasından geçip içlerinden birisinin önünde durup elini toprağa daldırdı. Toprağın yere dökülmesini umursamayarak eşelemeye koyuldu. Aradığını bulamayınca toprağı avuçlayıp balkonun dışına atmaya başladı. Bir menekşe vardı saksıda. Menekşenin yapraklarından biri kırılıp elinde kaldı ama o umursamamıştı bile.
Sonunda bir poşet içine sarılmış sert bir cisim çıkardı topraktan. Poşetin tozunu silktikten sonra düğümü açtı ve içindeki çakmağın düğmesine bastı. Çakmaktan bir anahtar fırlamıştı.
Bir kasanın anahtarı…
Çakmağı çöpe attı ve apar topar kasanın bulunduğu bankaya yollandı.
Görevli nezaretinde kasayı açıp içinde bulunan tek şeyi, yeşil bir klasörü aldı ve evine geri döndü.
Sonunda kararını vermişti. Yapmamak için her ay dünyanın parasını bir kasaya verdiği şeyi yapacaktı. Daha fazla kendisini tutamayacaktı, tutmayacaktı.
Klasördeki kağıtları tekrar okudu ve onu paketledi. Paketlemeden önce kapağındaki şeffaf cebinden bir mendil çıkartıp kokladı. İpek mendili… Okaliptüs kokan mendili… Okaliptüslü pastili çiğnerken dahi gözlerinin sulanmasının sebebini…
Mendili geri koydu. Bu kez gözleri kupkuruydu.
Paketi kargoya verdiğinde ferahlamıştı.
Bir hafta sonra posta kutusunda baloncuklu bir zarf gelmişti. Adresi gördüğünde kalbi bir an titredi. Basit bir aritmiyle açıklanamayacak bir şeydi bu. Bu, adeta metafiziksel bir titreşimdi.
Zarfı açtığında, camdan üflenerek yapılmış bir okaliptüs ağacı figürü çıktı. Ağacın altında, kökünün kıvrımında, kıvrımlı bir imza bulunmaktaydı. O imzayı öptüğünde bir damla gözyaşının kekremsi tadını aldı.
Geç kalmışlığın, yaşanmamışlığın kekremsi tadını…