Hayatımda ilk defa kendi başıma tatile çıkacaktım. Gerçi bir günlük bir turdu tatil dediğim ama ne bileyim, kendi başıma denize girme, yanımda su atıp oynayacak birisi olmadan yüzme fikri bile tuhaf geliyordu bana.
Davet etsem benimle gelecek onlarca arkadaşım vardı ama bu kez tek başıma gitmeyi düşünüyordum. Psikoloğum önermişti çünkü. Aşırı derecede yalnızlıktan korkan bünyem için iyi olabilirdi dediğine göre. Yalnızlıktan, yalnız kalmaktan korktuğumdan hayır diyemiyor, bunun için bir psikoloğa yüzlerce lira para bayılıyordum. O da böyle şeylerle korkumu yenebileceğimi düşünüyordu işte. Haydi bakalım, deneyecektim bir kere.
Tur otobüsüne bindiğimde, etrafıma şöyle bir göz atmaktan alamamıştım kendimi. Psikoloğum Hayri Bey’in dediğine göre, bu tatilde sosyalleşmeyi geri planda tutmalıydım ama işte… Aşırı dost canlısı ben, kendimi geri çekemiyordum insanlardan, ne yapabilirdim ki? Tabii ki Hayri’ciğimin dediğini…
Yine de şöyle bir bakmaktan kime ne zarar gelebilirdi canım? Yakışıklı bir adamın hemen arkasına oturdum. Sosyalleşme girişiminde bulunamayacak olsada belki o bir girişimde bulunmak isterdi ve sevgili Hayri’ciğim bunu engellememi falan söylememişti bereket versin ki.
Arkamda da çok güzel bir hanım efendi vardı… Sevgili rakibem… Hemen benim yakışıklıya göz süzmeye başlamıştı. Ah… o gıcık Hayri olmasaydı gösterirdim ona. Hafifçe gülümsemekle yetindim. Gerçi kadın içgüdüsüyle, gülümsememdeki kötücüllüğü anlamıştı muhtemelen. Adam sen de… Varsın anlasındı.
Yanımdaki koltuğa, kokoreç kokan, kel ve göbekli bir adam oturdu. Bu sabahın köründe nasıl olup da kokoreç kokabilirdi bu adam, hayret etmiştim doğrusu ama burnuma güvenirdim. Düpedüz kokoreç kokuyordu adam işte…
Onun yanına da genç, benden genç, hiç fena görünmeyen bir çocuk oturdu. Hani şu bilgisayar oyunundan başka şey düşünmeyen tiplere benziyordu çocuk. O da annesi zoruyla gönderilmiş olmalıydı. Hatta zorla eline sıkıştırdığı tur biletini kullanması için rüşvet niyetine bir oyun DVDsi bile almış olabilirdi çocuğa. Kesin öyleydi, her iddiasına girerdim.
Onların arkasına da… off! Off! Önümdeki yakışıklı adamcağızı seve seve arkamdaki hatuna hibe edebileceğim, hatta bunun için arkama bile bakmaya gerek duymayacağım tipte, muhteşem kaslara ve aynı muhteşemdeki bir boya bosa ve çehreye sahip bir afet oturdu. Tamam, afet tabiri hatunlar için kullanılır; ama bu adama adam demek… yanlış olurdu yani. Bu adam bir doğal afet olduğundan afet kelimesini kullanmam bir nevi, zaruretti.
Her neyse… Bu afet, omzunda bir şnorkel çantası taşıyordu… Keşke şnorkelimi alıp; bu adamın peşinden gitseydim. Bu adamı Mariana Çukuru’na kadar takip edebilirdim. Hala edebilirim. Galiba valizime, evet, bir günlük tur için bile bir valiz götürmüştüm, şnorkelimi de tıkmıştım. Yaşasın kadınların valize her şeyi tıkma huyu! Var olsun şnorkel kullanmasını öğreten babam!
Bu arada, kusura bakma Hayri’ciğim, eğer bu adama hayır dersem…. yazıklar olsun kadınlık gururuma. Hem fena mı, sana bir üç yüz lira daha kazandırdı bu afet…
Artık başka bir zamana yaparım senin şu hayır dememe şeyini herhalde.
Acaba bu doğal afetin adı ne? Ay, sorsam mı ki?